31 Aralık 2018 Pazartesi
10 Aralık 2018 Pazartesi
Adı kaldı YOKLUĞUNÛÑ
Söyle hadi bana
orada nasıl kış ¿ Söyle bana bana nasıldı orada ilkbahar ?
Sahi sahi sahi…
Caddelere
yürüyorum, düşüncelerim ceplerimde. Her zaman aynı yolu yürürüm. Yalnız bugün gittiğim yol ve attığım her adımda farklı bir anlam var.
Çünkü ona gidiyorum, o geliyor çünkü bana. Görüşmeyeli epey olmuştu. Görmeyeli
ne kadar da değişmiştir, nasıl birine dönüşmüştür kim bilir? Gözleri değişmiş
midir acaba? –Saçmalama!. Hala ay ışığı gibi parıldıyordur o kesin. Düşünü düşlemek bile delirtici. Hayat ondan
bir şey almış mıdır bilmiyorum ama çok şey verdiğinden eminim.
Bense hep
aynı yolları yürüyen, sırtında hep aynı kamburla gezen, aynı şarkıları
dinleyen, aynı şeyleri düşünen, yeri geldiğinde kötü davranışlar sergileyen, dünyanın döndüğü yerde yerinde sayan
biriyim… Ondan önce buluşacağımız yere davranmıştım. Heyecanımı avuç içime
gizledim, düşüncelerimi dondurdum, ayaklarımı birbirine kattım. Sadece geleceği
anı bekliyordum. Çok sevmiştik; kâinatı birbirine kıskandıran tüm âşıklar gibi.
Sonra sevgi bitti ve tükendi. Acımadan tükettik birbirimizi. Yeniden sevmeyi
denemedik hiç, sadece ayrı yollara gitmeyi becerebildik.
İşte
geldi. Tam karşımdaydı, yıllar sonra. Eski zaman ne kadar geride kalmıştı.
Zarifçe, usul usul oturdu karşıma. Yine eskiden olduğu gibi güzeldi. Güzelliği …
(güzelliğine benzetme bulmak zor)… tasvir
edilemeyecek kadar büyülü çünkü. Göz göze gelmemek için epey çaba sarf ettik,
tavana dahi baktık ama kaçınılmaz son yakamızı bir türlü bırakmadı. En sonunda
gözlerimiz birbirine değdi. Hiç değişmemişti gözleri hep güzel bakardı. Maviyi severdi. Duygulandığında
hemen göz bebekleri kızarırdı. Burnunun kızar ıdığı gibi. Yine öyle oldu.
Işıltısı ve ürkekliği ne de hoş gözüküyordu. Avucumdaki heyecanımı kalbinin
içine sessizce bıraktım. Bir şey söylemedi. Bana göre kısa ona göre uzun uzun
konuştuk. Ne konuştuğumuzu anlatmayacağım. Ağlatırsam aşk olur. Onu yeniden
görmek güzeldi. Yıllar bize şimdilik biz diyorum daha sonra demeyeceğim. Biraz
akıl, biraz cesaret ve kararlılık katmıştı. Şimdi olsa aynı hataları yapar
mıydık, hayır.
Masadan
ışıltısını da alarak uzaklaştı. Çok masum yürüyüşü vardı. Ürkek bakışlarını ve
kokusunu da yanında götürdü. Giderken arkasına bakmayı dahi ihmal etmişti. Adı
kalmıştı artık, ardında bir şey
bırakmadan dönmemek üzere gitti. Bense aynı caddeyi yürümeye devam ediyorum.
-søn-
Böyle bir şey neden yazdım? – Yazmaz olaydım.
Sahi… sahi… sahi…!
10 Ağustos 2018 Cuma
Uk-de.
Buraya kendimi ve yalnızlığımı bırakıyorum.
Üstümde koca bir gölge, hayat ağacının tam karşısında oturuyorum. Dalları tüm dünyayı kucaklayacak büyüklükte, uzunluğu aya merdiven dayayacak kadar. Gövdesi yaşlı bir köpeğin yüzü kadar eski ve buruş buruş, asırlar önce terk edilmiş kasaba yalnızlığı gibi kimsesiz. Hayat ağacı: bir zamanlar mezarların üstüne gölge ederdi. Gündüz ağlamaların, yakayışların ve geceleri sessizliğin bir parçasıydı, rüzgar hariç... Issızlığın ortasında öylece duruyoruz. Buraya kendimi gömmeye gelmiştim. Her şeyi geride bırakıp yüzleşmeye ve bana buraya kadar eşlik eden iyi ve kötü hatıralarımı toprağa gömerek sonsuzluğa gidecektim.
Şimdi ellerimi toprağa gömüyorum, ardından hayatım boyunca peşimi bırakmayan, hatırlamak istemediğim, fakat o her kötü anda karşıma çıkan, hafızamdan silinmeyen anıları hızlıca toprağın akışına yolluyorum. Yarım bıraktığım tüm işleri, eksik kalan tüm hayallerimi, yapmak isteyip yapamadığım bir hevesle başlayıp bitiremediğim, içimde ukde olarak kalan her şeyi yavaşça buraya gömüyorum. Kuruntular, kalp kırıklıkları, öfke, ihanet, vazgeçiş ve kontrol edemediğim tüm duygular artık toprağın altında ve benimle olmayacak. Onlara veda etmenin zamanı çoktan gelmişti. Ve sadece bir organ olarak içimde beslediğim atar damar, nefes almamı sağlayan ve beni hayatta tutan ama unutalı çok olan kalbim seninle de vedalaşıyorum. İçime dert olan tamamlayamadığım ve yarım kalan o kadar çok kırgınlığım var ki hepsini buraya bırakıp unutulmasını sağlayacağım. Günahlarım ve hayallerim toprağın altında sonsuza dek kalacak. Hayatın benden aldıklarını buraya gömmenin zamanı gelip geçiyordu bile. Ve hayat ağacının gölgesi öyle büyüktü ki en keskin rüzgar bile dallarını hareket ettiremiyordu, çekip gidemiyorlardı buradan sonsuza dek burada beraberiz artık, çünkü toprağın altında hepimize yetecek kadar yer var...
Rengarenk hayatın ardında çok fazla koyu renkle iç içeydim. Kalbim bu çarpışmayı daha fazla kaldıramazdı. Ona bu kötülüğü yapamazdım. Çok fazla hasarlı bölgeye sahip olsa da benim de bir kalbim vardı, beni bırakalı uzun zaman olmasına rağmen. Onu arayacak gücüm yoktu ve gittikçe birbirimizden uzaklaştık. Susmak saklamak mı yoksa söylemek istememek mi? Hep bunu aradım. Ardımda çok fazla acı vardı ama hiç iz bırakmadım. Bu yük gittikçe ağırlaştı ve benden çok şey aldı. Küçükken annem hep erken yat erken kalk derdi. Hayatımın büyük bir bölümü uyanıktım ve hep uyanık kalmak zorundaydım. Tükenen hayatın ötesine geçmiştim ve yitirdiklerimin mezar taşına gidip sizden özür dilerim yazamazdım. Sevgi hep bir kutunun içinde saklıydı ve ne zaman çekildiği belli olmayan siyah beyaz eski bir fotoğrafın hatırlanamayacağı tarih kadar uzaklıktaydı. Şimdi burada ve toprağın altında tükenmiş sevgi yeşermemek üzere sonsuzluğa gidecek. Her şeyi bırakıp burada çürümeyi bekliyor olacağım. Ölüme bir nefes kadar yakınım.
Artık geçmişe, hatırlamak istemediklerime, unutmaya çalıştıklarıma, yarım bıraktıklarıma ve benimle olmayan duygularıma veda edebilirim. Hayat ağacının tam karşısında, büyük yaprakların gölgesinde her şeyi terk edip kendimi buraya gömüyorum. İçimde yarım kalan ukdeyle…
Bu yazı; ardında yarım hikayeler taşıyanlara, çıktığın yolların girdabına kapılıp yolunu kaybedenlere, başladığı işin sonunu bir türlü getiremeyenlere, her seferinde mağlup olmasına rağmen denemeye devam edenlere, gerçekleşmeyecek hayalleri düşününce yüzünde tebessüm oluşturarak mutlu olanlara, söylemek istediklerini içinde uk-de olarak saklayanlara, gelsin. Ve Rb’ye ve bana ve sana ve herkese…
Bir gözyaşı damgası kadar küçük olan hikayenin sonu böyle biter mi?..
Üstümde koca bir gölge, hayat ağacının tam karşısında oturuyorum. Dalları tüm dünyayı kucaklayacak büyüklükte, uzunluğu aya merdiven dayayacak kadar. Gövdesi yaşlı bir köpeğin yüzü kadar eski ve buruş buruş, asırlar önce terk edilmiş kasaba yalnızlığı gibi kimsesiz. Hayat ağacı: bir zamanlar mezarların üstüne gölge ederdi. Gündüz ağlamaların, yakayışların ve geceleri sessizliğin bir parçasıydı, rüzgar hariç... Issızlığın ortasında öylece duruyoruz. Buraya kendimi gömmeye gelmiştim. Her şeyi geride bırakıp yüzleşmeye ve bana buraya kadar eşlik eden iyi ve kötü hatıralarımı toprağa gömerek sonsuzluğa gidecektim.
Şimdi ellerimi toprağa gömüyorum, ardından hayatım boyunca peşimi bırakmayan, hatırlamak istemediğim, fakat o her kötü anda karşıma çıkan, hafızamdan silinmeyen anıları hızlıca toprağın akışına yolluyorum. Yarım bıraktığım tüm işleri, eksik kalan tüm hayallerimi, yapmak isteyip yapamadığım bir hevesle başlayıp bitiremediğim, içimde ukde olarak kalan her şeyi yavaşça buraya gömüyorum. Kuruntular, kalp kırıklıkları, öfke, ihanet, vazgeçiş ve kontrol edemediğim tüm duygular artık toprağın altında ve benimle olmayacak. Onlara veda etmenin zamanı çoktan gelmişti. Ve sadece bir organ olarak içimde beslediğim atar damar, nefes almamı sağlayan ve beni hayatta tutan ama unutalı çok olan kalbim seninle de vedalaşıyorum. İçime dert olan tamamlayamadığım ve yarım kalan o kadar çok kırgınlığım var ki hepsini buraya bırakıp unutulmasını sağlayacağım. Günahlarım ve hayallerim toprağın altında sonsuza dek kalacak. Hayatın benden aldıklarını buraya gömmenin zamanı gelip geçiyordu bile. Ve hayat ağacının gölgesi öyle büyüktü ki en keskin rüzgar bile dallarını hareket ettiremiyordu, çekip gidemiyorlardı buradan sonsuza dek burada beraberiz artık, çünkü toprağın altında hepimize yetecek kadar yer var...
Rengarenk hayatın ardında çok fazla koyu renkle iç içeydim. Kalbim bu çarpışmayı daha fazla kaldıramazdı. Ona bu kötülüğü yapamazdım. Çok fazla hasarlı bölgeye sahip olsa da benim de bir kalbim vardı, beni bırakalı uzun zaman olmasına rağmen. Onu arayacak gücüm yoktu ve gittikçe birbirimizden uzaklaştık. Susmak saklamak mı yoksa söylemek istememek mi? Hep bunu aradım. Ardımda çok fazla acı vardı ama hiç iz bırakmadım. Bu yük gittikçe ağırlaştı ve benden çok şey aldı. Küçükken annem hep erken yat erken kalk derdi. Hayatımın büyük bir bölümü uyanıktım ve hep uyanık kalmak zorundaydım. Tükenen hayatın ötesine geçmiştim ve yitirdiklerimin mezar taşına gidip sizden özür dilerim yazamazdım. Sevgi hep bir kutunun içinde saklıydı ve ne zaman çekildiği belli olmayan siyah beyaz eski bir fotoğrafın hatırlanamayacağı tarih kadar uzaklıktaydı. Şimdi burada ve toprağın altında tükenmiş sevgi yeşermemek üzere sonsuzluğa gidecek. Her şeyi bırakıp burada çürümeyi bekliyor olacağım. Ölüme bir nefes kadar yakınım.
Artık geçmişe, hatırlamak istemediklerime, unutmaya çalıştıklarıma, yarım bıraktıklarıma ve benimle olmayan duygularıma veda edebilirim. Hayat ağacının tam karşısında, büyük yaprakların gölgesinde her şeyi terk edip kendimi buraya gömüyorum. İçimde yarım kalan ukdeyle…
Bu yazı; ardında yarım hikayeler taşıyanlara, çıktığın yolların girdabına kapılıp yolunu kaybedenlere, başladığı işin sonunu bir türlü getiremeyenlere, her seferinde mağlup olmasına rağmen denemeye devam edenlere, gerçekleşmeyecek hayalleri düşününce yüzünde tebessüm oluşturarak mutlu olanlara, söylemek istediklerini içinde uk-de olarak saklayanlara, gelsin. Ve Rb’ye ve bana ve sana ve herkese…
Bir gözyaşı damgası kadar küçük olan hikayenin sonu böyle biter mi?..
5 Ocak 2018 Cuma
Soruların-Cevapları
-Röportaj-
Aslında yazdığım tüm hikayeleri seviyorum. Hepsi benim çocuğum gibi :) 2010 yılında yazdıklarımın ayrı bir tadı var. Daha basit, daha sade, çok fazla yalın şeyler. Yağmur hikayem güzeldir mesela ayrı bir hikayesi var. Dokunmak, Bir avuç yaşam, Rüzgar sesi, Gökyüzü, sevgili günlük, yarım kalan tüm hikayeler gibi vs. hepsi sevdiğim hikayelerdir. Hiç birinin diğerinden farkı yok. Hepsi özel. hepsi benim hikayem.
TragedStreets isimli
bloğun yaratıcısı ile TipsyChannel ailesi olarak keyifli bir röportaj gerçekleştirdik.
Öncelikle röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür
ederiz. Hemen blog ve yazılarınız hakkında sohbete başlamak istiyorum.
İlk olarak neden blog
yazarılığı önce onu soralım?
Yazmak güzel bir eylem. Yazarken her zaman özgür oldum.
Yazmayı seviyorum. İçimdekileri dökebildiğim bir sayfamın olması çok güzel bir
şey.
Ne zaman başladığınız
blog yazmaya ve buna nasıl karar verdiniz?
Eskiden sosyal medya kanalları pek aktif değildi. Güncel
kullanılan bir tek Facebook vardı. İnsanlar başka bir heyecan arayışındaydı.
Kendilerini özgürce ifade edebilecekleri bir yer arıyorlardı. Twitter pek
popüler değildi. Zaten İngilizceydi ve anlatılacak şeyler kısıtlıydı. İnsanlar
kendilerine ait bir şey olmasını istiyordu. Blogger, tumblr ve wordpress tarzı
siteler bir anda popüler oldu. Bedava site sahibi olmak insanların ilgisini
çekti, haliyle benim de öyle. Kaliteli blog yazarlarından etkilendim ve ben neden
yapmıyorum diye düşündüm. Ve böylelikle bu siteyi açmaya karar verdim.
Peki neden blog ismi
TragedyStreets özel bir nedeni var mı? Neden kulağa daha hoş gelecek Türkçe bir
sayfa ismi tercih etmediniz?
Aslına bakarsanız özel bir nedeni yok. Sadece isim bulamadım
diyelim :) Ne
bileyim;satır başı, sayfamdan dökülenler, bir insanın öyküsü, hikaye
pınarı vs. gibi isimler beni pek etkilemedi. Ben de uzun süredir kullandığım bu
ismi tercih ettim özel bir nedeni yoktu.
Blog’da sadece hikaye
yazıyorsunuz sanırım. Neden hikaye yazmayı tercih ettiniz?
Evet bloğu hikaye bloğu olarak
açtım. Çünkü hikaye yazmayı seviyorum. O yüzden burada yazdığım hikayelere yer
veriyorum
İlk hikayenizi 2010 yılında yayınlaşmışsınız ve epey de hikaye
yazmışsınız. Sonraki yıllarda hikayelerin sayısı azalmış. Yazacak bir şey mi
bulamadığınızdan dolayı mı?
Yoo yoo alakası yok. Siteyi ilk
açtığımda kendimle bir iddiaya girmiştim her gün sitede 1 hikaye yayınlayacağım
diye. Sonra bir sayıda karar kıldım. 30 gün boyunca 30 ayrı hikaye yazacağım
diye kafamda kararlaştırdım. 30 gün boyunca her gün 1 hikaye yazdım. Sonra
görevimi tamamladım bilinciyle biraz hikaye yazmaya ara vermeliyim dedim.
Bu aranız 4 yıl sürmüş.. Ne oldu
da 4 yıllık bir ara oldu ve sonra tekrar hikaye yazmak aklınıza geldi?
Evet epey uzun sürdü. Sanırım hikaye yazdığım sıralardaki heyecanımı kaybetmiştim. Hayatın telaşları araya girdi bir sürü tuhaf şey oldu ve burada yazmaya uzun bir süre ara vermiştim. Sonra yağmur isimli hikayemden sonra hikayelerimi ara ara yayınlamaya başladım. Artık canım istediğinde hikaye yazmaya karar verdim. Yazmak istediğim anlarda yazmak istedim ve bu böyle devam etti. Hiçbir zaman evet bugün bir hikaye yazmalıyım, oturayım da bir hikaye yazayım, bu yıl az hikaye yazmışım diye düşünmedim. Sadece yazmak istediğim anlarda yazdım. Kafamda biriktirdiğim şeyleri döktüm satırlara. Hepsinin içinde gizli bir hikaye daha var aslında. Tabii bunları sadece ben biliyorum. Dolu dolu olduğum zamanlarda duygularımı hep buraya boşalttım. Eğer ben uzun bir şey yazıyorsam bilin ki çok dolmuşumdur.
Aralarında sevdiğiniz, bu hikayeyi ayrı seviyorum dediğiniz hikayeler
var mı?
Aslında yazdığım tüm hikayeleri seviyorum. Hepsi benim çocuğum gibi :) 2010 yılında yazdıklarımın ayrı bir tadı var. Daha basit, daha sade, çok fazla yalın şeyler. Yağmur hikayem güzeldir mesela ayrı bir hikayesi var. Dokunmak, Bir avuç yaşam, Rüzgar sesi, Gökyüzü, sevgili günlük, yarım kalan tüm hikayeler gibi vs. hepsi sevdiğim hikayelerdir. Hiç birinin diğerinden farkı yok. Hepsi özel. hepsi benim hikayem.
Hikaye yazarken nasıl metotlar uyguluyorsunuz? Okuyucuya göre mi yazıyorsunuz
kendinize göre mi? Bir hikaye nasıl doğuyor onu öğrenmek istiyoruz…
Ben aslında içimden dökülenleri
yazıyorum. Yazdıklarım içinde başka hikayeler de barındırıyor. Bunlar benim iç
dünyamın dışa vurumu gibi. Aklımda ne varsa onu yazıyorum ve sadece yazmak
istediğim anlarda yazıyorum. Kafamda önce sözler oluşuyor, ufak ufak notlar
alıyorum, o notlar sonra birleşiyor, karakterler giriyor için işine, mekanlar
anlatım tarzı, giriş gelişme sonuç,
hikayenin seyri. İlk önce hepsini kafamda yazıyorum. Kafamda yazdığım
şey 3 gün de sürebiliyor 1 hafta da kafamda bitirdiğim an işin sonrası satıra
dökmeye kalıyor. Satırlara dökülünce de bir hikaye olmuş oluyor. Genellikle tek
bir ana karakter seçerim hikayelerimde ve onun kısa bir öyküsü anlatırım. Bu ufak hikayeye kahramanın bir gününü de
sığdırabilirim koskoca ömrünü de o benim hikayemin sadakatine bağlı nasıl
istersem öyle sonuçlandırıyorum. Yazmayı hep sevdim bunlar sonra da hep
seveceğim galiba…
Esinlendiğiniz örnek aldığınız yazarlar var mı? Sizi yazarken ne
etkiliyor mesela?
Tabii ki örnek aldığım ısrarla
takip ettiğim yazarlar var. Okuduklarımdan etkilenirim mesela. Okudukça daha
çok yazma isteğim artar. Değişik fikirler gördükçe o hayal dünyasının içinde
bulurum kendimi. Yaşadıklarımdan, okuduklarımdan hep bir parça vardır
yazdıklarımda. Ben neden böyle şeyler yazmıyorum dürtüsü girer içime, sonra
hikaye gelir. Hayattan izler bulabilirsiniz yazdıklarımda. Hatta içinde kendinizi
de görebilirsiniz.
Peki uzun hikayeler veya kitap yazmayı düşünüyor musunuz?
Hayır düşünmüyorum. Öyle bir
planım asla olmadı.
Peki bir dergide veya gazetede köşe yazmayı düşündünüz mü?
Hayır onu da düşünmedim. Yazmayı
hep sevdim ama şurada, burada yazmalıyım diye bir kaygım hiçbir zaman
olmadı. Burası sadece benim dünyam
çünkü. Aslında bu siteyi kendi kendime yazıp sonra okuyayım diye açtım. Bir anı
defteri ve bir günlük gibi kullandım. Okuyanlar olduysa ne mutlu bana. Ama ben
kendimi geliştirmek yazdıklarımı tekrar tekrar okumak için buraya geldim.
Sitemin en istikrarlı okuyucusu benimdir sanırım. :)
Peki sizi bir yerlerde yazarken görmeyecek miyiz?
Sen bu soruyu ısrarla sormaya devam edeceksin sanırım. :) Bence görmeyeceğiz. Hayat bizi nereye sürükler bilemem ama belki görebiliriz. Fakat benim böyle bir planım yok. Birileri kapımı çalarsa duruma göre tabii ki değerlendirmeye çalışırım.
Peki neden siyah bir blog sitesi? Pek fazla siyah temalı site görmek
zor. Okuyucular yazılarınızı okurken zorlanmıyor mu?
Okuyucular zorlanıyor mu zorlanmıyor
mu onlara sormak lazım :) Okumak isteyen her rengi her yazıyı okur. Siyah olmasının nedeni içinde
yazılanlarla alakalı. Pek bir karamsar ve siyah bir yer burası. Biraz pesimist
ve melankolik. Yani içeriğe göre bu renk çok normal. Bir de ben blog açmadan
önce arkadaşımın bir blog sitesi vardı onunda tasarımı bembeyazdı. Ben de bunun
tam tersi bir blog açacağım simsiyah olacak ve hiç değiştirmeyeceğim demiştim
ve o gün bugündür temayla ve sitenin renkleriyle oynamadım. Oynamayı da pek
düşünmüyorum. Böyle kalabilir fakat mobil versiyondaki tasarımları hep
değiştiriyorum. Oradan daha rahat okunabiliyor.
Sitenizde yeni hikayeler görebilecek miyiz? Şu an yazım aşamasında olan hikayeleriniz var mı?
Yakında, yakında göreceğiz...
Buradan okuyuculara bir mesajınız var mı?
Sitenizde yeni hikayeler görebilecek miyiz? Şu an yazım aşamasında olan hikayeleriniz var mı?
Yakında, yakında göreceğiz...
Buradan okuyuculara bir mesajınız var mı?
Okuyucum var mı pek bilmiyorum ama
okumayı sevenlere bir mesajım olabilir. Okumaktan araştırmaktan hiçbir zaman
vazgeçmesinler. Okurken seçici olmasınlar. Gazete, kitap, dergi, şiir vs. ne
varsa önlerinde buldukları her yazıyı okusunlar. Öğrenmekten vazgeçmesinler. Bu
şimdi çok uzun okunmaz demesinler. Anlamasalar bile okusunlar. Severek yapılan
her eylem güzel sonuçlar verir.
Peki son olarak "özel soru" bugüne kadar hayattan ne öğrendiniz?
Kabullenmeyi.
Bizi konuk ettiğiniz ve röportajımızı keyiflendirdiğiniz için teşekkür ederiz. Çok özel bir sohbet oldu ve bizi çok güzel ağırladınız. Yeni hikayelerde görüşmek dileğiyle..
Bizi konuk ettiğiniz ve röportajımızı keyiflendirdiğiniz için teşekkür ederiz. Çok özel bir sohbet oldu ve bizi çok güzel ağırladınız. Yeni hikayelerde görüşmek dileğiyle..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)