20 Eylül 2015 Pazar

Ölü Balıklar Görmek İstemiyorum

Ölü Balıklar Hakkında Her Şey

– Bir Yolculuk Hikayesi – 

Sayfa 1 

Mavi, yeşil ve gri. Hayatımın tüm gerçekliği ve biraz daha fazla gri. Geneli griye  doğru sürüklenen bir yaşam. Daha fazla karartı ve bulanıklık, eskidikçe kaybolmaya yüz tutmuş tahtadan derme çatma  göçebe bir ev ve ardında kalan koyu bir hayatın öyküsü. ''Biraz daha nefes.''

Her sabah uyandığımda ki uyumadığım zamanlar da çoktur o kısma daha sonra değineceğim. Güne bana ait çift çoraplarımı yıkamakla başlarım ve kurumalarını bekleyene kadar da evden çıkmam. İlk önce onlara günaydın derim ve ardından bir güzel temizlerim. Güneşin dağın eteklerinde batışı gibi her sabah ıslaklıklarını bıraktıkları yerde ki damlalarını seyrederek nasıl kuru hale geldiklerini görünceye kadar izlerim. Onları hiçbir zaman ayağıma giymedim. Çünkü onların ayaklarımın altında çürümelerine ve ezilmelerine müsaade edemem. Onlar benim sabahları gördüğüm ilk canlılar. Her ne kadar benimle konuşmasalar da bazı sabahlar güldükleri bile olmuştur. Fakat şöyle tuhaf bir yanları var beni hep dinler ve desteklerler. Bazen de ufak bir tebessüm. Siyah renkteler ve boyutları gördüğüm kadarıyla bileklerime hakim olabilecek kadar uzun. Benimle her zaman konuşmalarını istedim fakat onlardan şu ana kadar her hangi bir tepki dahi gelmedi. Sabahları onları yıkamaktan ötürü her zaman memnuniyet duydum. Keşke bende her sabah onlar gibi temiz kalabilsem.Geçmişim kadar kirliyim ve her zaman da öyle kalacağım.  Size saçlarımın sarı olduğundan bahsetmiş miydim. Sanırım bahsetmedim. Çünkü saçımın rengi sarı değil ve hiçbir zaman da olmadı. Gördüğüm kadarıyla da öyle olmayı asla düşünmeyecek.

Henüz dokuz yaşında bir çocukken, ağaçların ve meyve dallarının arasında bir yolculuğa çıkmıştım. Ağaç diplerinde ve yeşillerin sarmaladığı toprak döngüsünde yere düşen bir sürü elma gördüm. Yerde o kadar çok elma vardı ki bir tek kapısında Elma Bahçeler diyarına hoş geldiniz yazısı yazmıyordu.  Yerden elmaları bir bir toplarken yanıma sanırım sonsuz yaşına basmış yaşlı bir  adam geldi. Adam o kadar yaşlıydı ki kırış kırış olmaktan teninde düz yer dahi kalmamıştı. Bu kadar buruşacak ne yapmıştı bilmiyorum. Bana kaç tane elma var biliyor musun? Diye sordu. Bende bilmiyorum dedim. Peki yerden kaç tane elma topladın. Saydın mı  bakalım? diye sordu Bende hayır saymadım diye yanıt verdim. Sonra teninde düz yer dahi kalmayan, yaşı sonsuz olan buruşuk yaşlı adam bana dönüp, yaptığın her şeye dikkat etmelisin ve muhakkak her şeyin muhakemesini doğru yapmalısın diye öğütle karışık ilginç bir cevap vermişti. Hayatla ilgiliydi sanırım. Henüz dokuz yaşında bir çocukken söylediği bu sözden hiçbir şey anlamamıştım. Dokuz yaşında, sadece yerden elma toplayan bir çocuk için bu sözler gerçekten de bana sonsuzluk kadar uzaktı. Bir daha o yaşlı adamı hiç görmedim. Sonsuza kadar da göreceğimi zannetmiyorum. Şimdi ise kaç yaşımda olduğumun ise hiç bir önemi yok. Çünkü tarih ve zaman kavramı benim için toprağın altında yatan mermer taşı dahi olmayan, kim olduğu bilinmeyen ve hiç bir zaman da bilinmeyecek olan bir cesedin, ne zaman öldüğü tarihinin bilinmemesi kadar uzaklıktaydı.

Basit aşk hikayelerimi anlatmak istiyorum. Çünkü hepimizin hayatlarının köşesinde bir iz olarak bıraktığı basit aşk hikayeleri olmuştur. Sonu muhakkak üzüntü, çöküntü ve hüsranla bitmiştir. Bu konuda hepimiz hem fikiriz. Sonlar genellikle böyle olur. Belki daha da fazlası ya da daha az. Olabilir. İlk başlarda onunla her şey çok güzel ve hiç olmadığı kadar yerli yerindeydi. Üstelik bu güzellik esintisi sonsuza kadar sürecekmiş gibi duruyordu. Mükemmeliğin tanımına bir yıldızın mütevazi parlaklığı kadar yakışan, kalplerin çarpıntı yapan ritim bozukluğu gibi , tam da gediğine oturan, heyecanın en kötü günlere rağmen hiç bir zaman yitirilyemeceği, olağanüstü bir aşktı. Dünyalara sığmayacak kadar büyük evreni kendi ekseni etrafına alacak kadar geniş bir yüz ölçümüne sahipti. Her gece yıldızların altına inerek turuncuya boyadığımız gökyüzünü seyrederken uçan fillerden, esrarengiz bir biçimde mavi bal yapan arılardan ve ölmesini hiç istemediğimiz kelebeklerden bahsederdik. Bu geceye inen aşk ritüeli aylar boyu devam etti. Gökyüzü her zaman turuncu ve yıldızlar her zaman bizimleydi. Saatlerce oturur konuşurduk. Çenelerimiz ömür boyu açık kalacak gibi programlanmıştı sanki. Sonra hikayeler sıradanlaştı, git gide normalleşti ve sonra onlar da gitti. Ve ardından O gitti. Gece siyaha boyanmak için musluklarından litrelerce karartıyı çoktan gökyüzüne bırakmıştı bile. Öyle de kaldı. İlişkiler her zaman böyledir. İyi yanları olduğu kadar kötü yanları da vardır. Kötü yanlarından beslenmeyi hiçbir zaman dilemedim. Ellerini tutup bıraktığım tüm aşklarımdan gökyüzüne giden kilometrelerce uzunlukta bir yol şeridi olabilirdi. O yol her zaman tehlikeli değildir ve kötü kazalara yol açmaz.  Şimdi ise aşk bana dağların eteklerinin ardında kalan ve bir misket kadar ufak görünen terk edilmiş şehrin, her hangi bir yol kenarında  bekleyen yalnız bir sokak lambasının aydınlatmayan sarı ampulünün sönmeye yüz tutmuş ışığı kadar, uzak mesafedeydi.

Bugün tam dört kere, ayrı zaman dilimlerinde annemi arama istediği kafamda belirdi. Her hangi bir telefonum ve telefon edecek bir yerim olmamasına rağmen. Zaten telefon edecek bir annem dahi yoktu. Bu istek annemin geri dönmeyecek olması kadar saçma ve iç yakan bir dilek olmuştu benim için.  Bazen hayatta hiç gerçekleşmeyecek olan isteklerimiz bile olabiliyor.Ne yazık ki. Yolda yürürken vicdanını cebine yüklemiş insanların ne kadar da rahat dolaşabildiklerini görebiliyordum. Çünkü cepleri görünmeyecek kadar derin ve büyük bir genişliğe sahipti. Onları gidip tek tek tebrik etmek isterdim. Fakat vazgeçtim çünkü sayıları hiç bitmeyecek kadar, bir hayli çoktu. Tebrik kısmı asırlarca sürebilirdi. Mantıklı bir seçim yapmıştım. Bende hayallerini bir arabanın içine doldurup yolları hiç bitmeyecek olan araçların içerisine dolduran insanların arasına dahil oldum. Artık hayallerime ihtiyacım yoktu. Onları hiç bitmeyecek olan yolların sonsuzluğuna bırakabilirdim. Belki hayal kırıklıklarım gibi kazaya uğrayabilirlerdi. Hayallerime son bir kez daha el salladım ve onları hiç bitmeyecek yolların sonsuza kadar sürecek olan mesafelerine bıraktım.  Belki ben kurtulamamıştım fakat onlar benim yerime kurtulabilir ve kendileri başka hayallerin içerisinde bulabilirlerdi.

Her gece yatmadan önce düşünürdüm. Düşünmediğim hiçbir gece ve hiç bir an yoktu. Düşünceler artık bana en yakın mesafedeydi. ‘’Merhaba düşünce, yine mi sen? Evet yine ben.  Anlaşılan bu gece beraberiz öyle değil mi? Öyle gözüküyor.’’ Bir tılsım gibilerdi adeta. Her gece uyumadan önce ağlamak isterdim ve tam ağlayacağım sırada şu an dünyada benim yerime ağlayan milyonlarca insanın olduğunu düşündüğüm ve onların bir nebze de olsa benim yerime ağladıklarını bildiğim için en azından öyle olduğunu tahmin ediyorum kendi ağlamalarımı bir süreliğine ertelerdim. Bu beni her ne kadar rahatlatsa da bir o kadar da üzerdi. Ağlamaları ertelediğim için çok şanslıydım. Yalnız onlar benim kadar şanslı değil. Güzel olan uykuların rahatlığını çoktan unutmuştum. Uyanık kalmakla uyumak arasında hiçbir fark yoktu. Mavi ile yeşil hayatımdan hızlıca eksiliyordu üstelik yerlerini daha fazla griye bırakarak.
Basit bir hayatım oldu tıpkı basit hikayelerim gibi..

Burada size hiç ölü balıklardan bahsetmedim. Bahsettiğimi de hatırlamıyorum. Çünkü onlar gerçek hayatta bu ise yalnızca bir hikaye. 

Geceden sonsuzluğa inen, derin bir yol.  ‘’Son ’’

Yağmurun yağdığının farkında bile değilim zaten hiç yağmayacak. 

20 Mayıs 2015 Çarşamba

Yarım Kalan Tüm Hikayeler Gibi...

Yelkenler Fora diye seslendi Barbaros Kaptan. Dümene geçmeden önce emirler yağdırır pek bir esip gürlerdi. Tam 40 yılı denizlerde geçmişti. Kafası oldukça karışık beyni ise amansız bir öfkeyle doluydu. Sert bir mizacı vardı. Denizlerdeki özgürlüğü sonuna kadar ruhunun derinliklerinde barındırabiliyordu. Yalnızdı bu hayatta. Tayfası, gemisi ve dümeninden başka kimseleri yoktu. Denizlerdi tek topluluğu. Bu hayatı benimsemişti ve gidebildiği yere kadar götürmek istiyordu. Hayalleri ve umutları denizlerden ibaretti. Dümene geçtiği zaman tüm maviliğe hakim olabiliyordu. Tek dileği mavi suları karış karış gezip olabildiğince her şeyden uzaklaşmak..

Muhsin bu geminin naif delikanlılarından, içe kapanık ve durgun biri. Ardında bıraktığı o kadar yalnızlığı var ki. Onun bu gemiye gelme hikayesi anlatmakla bitmez.  Kendisi mutluluğu aramakla meşgul. Denizi de hiç sevmez.

Soğuk bir kasaba olan Yenice’nin az sayıya indirgeyen nüfusundan bir kişinin daha eksiksildiğini bilerek, kendini bu yolculuğun içerisine atıverdi.  Cahit, terkedilmişliği ve o derin kaybetme korkusunu en derinlerde yaşıyordu. Tek kurtuluş yolu bu gemide sonsuzluğa sürüklenmekti. Sakalları, lazanyanın içindeki peynir taneleri gibi birbirine karışmıştı.

Tarihin arka sayfalarında kopup gelmiş gibi ardında binlerce hazin son biriktiren ve savaşın esrarengiz savaşçısı olarak kalan Ekrem hiç bir zaman pişmanlık duymadı. Her zaman doğru adımlar attığını düşündü ve inandığı yoldan yürümeye devam etti. Kendine güveni tamdı. Bir boğa kadar sert bakabiliyor ve ona bakanların gözlerinin içindeki korku dolu hissiyatı her zaman algılayabiliyordu.Yine kendince doğru bir karar almıştı. Denize açılıp sonsuz maviliğe kendini bırakmak onun için kuşkusuz en sıradışı kararlardan biriydi. Sıkılmıştı şehrin telaşlı hayatından. Yollardan, evlerden, kaldırımlardan, arabalardan hepsinden uzaklaşmak istiyordu. Sadece mavi denizin sonsuz boşluğunda kala kalmak ona iyi gelecekti. En azından öyle olacağına inanıyordu. Gittiğini hatırlamamak, döneceğini düşünmek bile istemiyordu.

Hiçbir şeyi umursamayan, dünyadan bir haber olan Ediz. Yine hiç bir şeyi umursamadan ve dünyadan bir haber şekilde kendisini gemiye atıverdi. Biraz ukala ve vurdum duymazdı. Gideceği hiç bir yeri yoktu ve dünyadaki her şeyden bağımsız yaşamaya karar verdiği için, sonsuzluğa sürüklenmenin gururuyla kaybolmanın tadına şimdiden varmaya başlamıştı bile. Belirsiz günlerin yokluğu onu bekliyordu. Bir bıçağın ekmeği dilimleyeceği anı beklediği gibi. 

Bir akşamüstü dinginliği gibi bir hayatı varken sürekli tepetaklak olan gündemini bir kez daha değiştirmek adına farklı yollar arayan ve yapabileceği her şeyi yapabilirim umuduyla gemi yolculuğu yapabilme istediği geldi bir an.Tarık buralardan gitmenin hep bir bahanesini arayarak yaşıyordu. Sadece bir neden bulamıyordu kendinde. Sığındığı tek şey hep bahaneleri oldu. Bu sefer bahaneye gerek duymuyor ilk defa kesin bir karar alarak kendisini uçurumlara da sürükleyebilecek göğe de yükseltebilecek bir cesaret akımının özgürlüğüne kapıldı.  Yapması gereken her şeyin sebebini tek bir amaçta buluşturdu ve amaçsızlıklarına bir yenisini daha ekledi. Onun da bir kalbi vardı ama nerede olduğunu henüz kendisi bile bilmiyordu.

Gemiye adımını korkar adımlarla atan Minâ alevlerin arasından sıyrılarak kendini kaçıp kurtulduğu yangınlardan denizin soğuk sularına atarak kurtulmak istiyor ve denizin ortasında kaybolmak pahasına da olsa boğmak koca düny…

Bu hikayeye 14.12.2014 tarihinde başlanmış ve olası sebeplerden ötürü bir türlü tamamlanamamıştır.

Özet geçmek gerekirse…



Karakterler tanıtıldıktan sonra asıl hikaye başlar ve gemi hareket eder.









Bu boşlukların dolu olacağı yerde, gemi hareket  halindedir.








Olaylar sürekli gelişir mavi suların derinliği ve etkinliği her zaman devam eder.















Yüksek bir ihtimal hikaye burada bitebilirdi veya başka bir satırda. Onun hesabını yapmadım.





Hayatta bir çok insan ardında yarım kalan hikayeler bırakmıştır.  Orası kesin.

Tamamlayamadığımız her hikayenin aralarında büyük boşluklar oluşur.

Bu  da onlardan yalnızca biri.


Yarım kalan tüm hikayeler gibi…

28 Şubat 2015 Cumartesi

Sevgili Günlük

Rüyamda güzel kokulu kadınlar gördüm, ellerini tutamadan ve gözlerine dahi bakamadan uyandım. Mutlu bir gün olabileceği düşüncesiyle uyanmamıştım. O nedenle mutlu bir günün sabahına da merhaba diyemedim. Mutlu bir sabaha uyanmakla ilgili ise hiç bir derdim yoktu. Sadece uyanmıştım o kadar.  Dün günlerden Pazartesi’ydi ve dünkü Pazartesi’nin diğer Pazartesi'lerden farkı, bana sadece diğer Pazartesi günleri gibi davranmasıydı . Pazartesi yine aynı Pazartesiydi. 
Bugünün adı ise Pazartesi değil. 

Sokağa çıktım,  1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18,19,20,21,22,23,.... derken 745 adım atarak yürüdüm. Her adımını birer birer saydım. Ve geriye ise 794 adımda döndüm. O kısma daha sonra geleceğim. Yolu uzatmış ya da daha ufak adımlar atarak geri dönmüş olabilirim bilmiyorum. Bu durumun pek farkında değildim.  Yolda ilerlerken 300 ve 400 adımlar arası güzel bir kız gördüm ve onun beni görmediğini çok iyi biliyorum. Bildiğim tek şey var o da beni görüp görmemezden geldiği. Yanı sıra yoldan geçen bir adam daha gördüm ve o beni kesinlikle gördü. Bazı adamların beni görebilme kabiliyeti var. Bunu biliyorum. Kesinlikle görebilirler. Havada bakarken rengini bilmediğim bir gökyüzü, yerde ise yürüyen kuşlar gördüm. Kuşlara neden uçmadıklarını ve yerde yürüdüklerini sordum. Cevap bile vermediler. Pek günlerinde değillerdi sanırım.  Yürümeye devam ederken yolda 3 karıncaya rastladım ve avucuma koydum. Karıncalara sizi ezecek kadar kötü bir yüreğe sahip olmadığımı söyleyerek güven tazeledim. İleride arkadaşlarım olmalarını dilemek kaydıyla geri yerlerine bıraktım. Vicdanım onları ezecek kadar büyük değildi. Ben yürürken bazı yerlere yağmur yağdı ama ben ıslanmadım. Çünkü benim yürüdüğüm sokaklara yağmur damlalarını almamışlardı. Sırasıyla yürüdüm adımlar ve adımlardan sonra biraz daha adım. Bazen durup nefes alabiliyordum. Kanser vücuduma bir virüs hızında yayınlamaya ve her yanıma bulaşmaya devam ederken eridiğimin farkındaydım. Sokaklar, ışıklar yandığında bile daha karanlıktı. Kendimi iyi hissedebilirim diye yürümekten başka bir şey yapmıyordum.


Eve geldim ve uyudum. Uyudum derken gerçekten uyumamıştım aslında. Yazı bitsin diye uyuduğumu belirtmek istedim. Yaklaşık 800 adımlık bir günde neler yapılabilir kısaca anlattım. Böyle kısa bir hayat. Sayfalar uzun süre boş kalabilir.
Hiç değilse denedim.

RB’a ve bana.
                                                                                                                                                       Kıyıköy yakınları..

12 Şubat 2015 Perşembe

Bir Avuç Yaşam

Buralar olabildiğince büyük ve geniş bir yüz ölçümüne sahip, dünyanın tepesinde bir yer. Yeşille toprak kokusunun gökyüzüne nam saldığı eşsiz vadi. Bulutları kadar güzel olan mavilikler. Zeytingöz’de her şey kar tanesinden yapılır. Kar tanesinden evler, kar tanesinden sokaklar, kar tanesinden eşyalar ve kar tanesinden her şey. Burada insanlar genellikle huzurludur. Veya bazı zamanlar, ya da hiç.

Burada, hayal kırıklıklarını, hayal kuranları, masumane dükkanını, vicdan parçacıklarını, beklemeyi sevmeyen bekleyeni,  hiç bitmeyen umutları, unutma anayasasını,  renkleri ve nicelerini bulabilirsiniz. Benim kim olduğumun ise pek bir önemi yok. Sadece ‘hiç’ veya anlatıcı da diyebiliriz. Adı olmayanların listesinde ki ilk isim.

Sabah, saatlerin erken diye tabir ettikleri bir zaman diliminde uyandım. Kar tanelerinden yapılma, kar taneli ballı tereyağı, kar taneli bal çöreklerini ve bir miktar vicdan parçacıkları soslu melemenin keyfine varabilme adına sofraya oturdum. Kar taneli çayıma iki adet kar tanesi şekeri atıp karıştırdım.  Zeytingöz’de bu sabah, soğuk bir hava hâkimdi. Ve gökyüzünden vuran güneş alınlarımızı parlatırcasına yakıyordu. 

Kahvaltı ettiğim sırada içeri, hayal kuran ile hayal kırıklığı girdi ve her zaman olduğu gibi aralarında ufak çaplı bir gerginlik vardı. Sürekli hayal kuran, yine kurduğu hayallerin en güzel yerindeyken, hayal kırıklığı hayallerin içine dalıp büyük bir hezeyana yol açardı. Hayal kırıklığı yine hayal kuranın hayalinin en tatlı yerine girip her şeyi mahvetmişti. Hayal kuran ile hayal kırıklığı sürekli bunun dalaşını yapardı. Ve sonuç hep berabereydi. O sıra kapı ardı ardına altı kere çaldı. Tam altı kere,  Kapının, ufak bir pencere ışığı girebilen noktasından kapıda kimin olduğunu görebiliyordum. Kapıda, telaşlı bir şekilde beklemeyi sevmeyen bekleyen vardı. Gerçekten de beklemeye hiç tahammülü yoktu ve bu durumu hiç sevmiyordu. Bende ona büyük bir iyilik yapıp, kapıda biraz daha beklemesine yardımcı olarak kapıya bakmadım.  Özellikle kapıda bekletilmekten oldukça rahatsızlık duyuyordu.  Biraz bekledi, ardından biraz daha bekledi, bekledi ve bekledi. Görevini yerine getirdikten sonra, büyük bir öfkeyle kendini uzaklara götürdü. Ne zaman döner bilinmez. O sadece Zeyingözden giden, beklemeyi sevmeyen bekleyenlerden bir tanesiydi. Öyle de kaldı.

Adım atmayı sevdiğim için yürüyüşlerden birine çıktım. Pembe yanaklı kar toplarıyla oynayan çocuklara uzaktan baktıktan sonra, yürümeye devam ettim.  Yürümeye devam ederken hep aklıma gelenleri düşündüm. Sonra tekrar yürümeye devam ettim. Kar taneli, tepeleri geçtikten sonra karşıda hiç bitmeyecek olan umutların, limanda ki bekleyişlerine şahit oldum. Biliyordum ki onların denizleri hiçbir zaman gelmeyecek. Olsun umutlar hiçbir zaman tükenmez.

Biraz mesafe kat ettikten sonra, ta uzaktan dallarının bile ne kadar üzgün olduğunu görebildiğim bir ağaç gördüm. Sohbet etme amaçlı yanına vardım. Merhaba dedim ağaca. Merhabama rüzgarla beraber hoş bir esintiyle karşılık verdi. Neden bu kadar üzgün olduğunu sordum ve büyük bir üzüntüyle ağaç; dökülen yapraklarının gittiğini ve bir daha geri dönmeyeğini söyledi.  Bende ona telkin amaçlı; Giden yapraklar diğer mevsimlerde geri döneb…. Yerine yenisi geleb…. Demeye kalmadan tohumlarından geldiği doğduğu topraklara, geri dönerek bir anda yok oldu.  Elma ağacı için üzülmüştüm, peki o benim için üzülmüş müdür acaba?

Çiftlikte ki, kar tanelerinden yapılma kümeste yaşam süren, horoz, tavuk ve civcivler birliği aralarında bir şeyler konuşurken, Horoz; burada en çok kimler ağlar? Tavuk; birileri. Sence, bence sadece bir kişi.  Civcivler, ikisinde doğruluk payı var. Benim ise bildiğim tek şey, birilerinin haklı olduğunun doğruluğu.  Ardından, unutma anayasasında ki değişiklikler hakkında fikir ayrılıklarına düştüler ve önerilerde de bulunarak konuşmalarına devam ettiler.

Zeytingözde hayat hiç olmadığı kadar adildi. Veya bazı zamanlar. Ya da hiç. Seyrederken yalnızlığı, boynuma bir kelebek kondu. Artık uçuş zorunluluğunun kalktığını ve  kondukları yerde uzun süre kalabileceklerini, orayı hiç terk etmeyeceklerini söyledi. Bende buna gerek olmadığını söyledim.  

Hazır yürüyorken, masumane dükkanını da ziyaret etmek istedim. Kendime biraz masumluk katabilir ve daha iyi görünebilirdim. Oraya ne zamandır uğramamıştım. Uzaktan gördüğüm kadarıyla masumane dükkanı açık değildi. Gidip buranın neden kapalı olduğunu sordum. Öğrendiğim kadarıyla, masumane işletmecisinin artık masumluk dağıtamadığını, bundan yorulduğunu ve artık emekliye ayrılma kararının geldiği söylendi.  Masumane dükkanının o eski tahta kapısını ve yanından hiç ayırmadığı gıcırtı sesini artık hiç duyamayacaktım.

Dönüş yolunda, bir kuzucuğa rastladım. Es geçtim.  Tatlı bir kuzucuğa benziyordu. Her an sevilebilme tehlikesi vardı.  Zeytingözde böyleleri hep olur.

Kar tanelerinden olma hayatlar, her renge tabiiydi. Her gün yeni bir mevsim, yeni bir heyecan,  güzel gözlerin ardındaki yalan ve onun yatağına giren yaşamlar,  çaresizliğin ardında ki hiç bitmeyecek olan çete kavgaları. Ve ardında ki o büyük b o ş l u k l a r.

Zeytingözde herkes mutlu olmayı hak eder. Öyle olmaları lazımdır. Mutluluk burada ki insanları sonsuz güzelliklere ulaştırabilir. Mutluluk paylaşılabilir. Ve Zeytingözde hiç bir zaman değersiz kılınanlara, sığınmazlar.

Köşede iyilik yapanlar ve onun tayfası tüm hazırlıklarını tamamlamıştı. Bugün Zeytingözde anlamlı bir günün yıl dönümüydü. Tüm kalabalık bu yıl dönümünü kutlama adına gökyüzüne doğru bakarak, anın tadını çıkarmaya çalıştı.

'' Kulağıma biri fısıldadı, sanırım rüzgardı.'' 

6 Şubat 2015 Cuma

Gökten Gelen Yağmur Damlası İle Yerde Süzülen Su Damlasının Hikayesi

Bir gün gökten gelen yağmur damlası ile yerde süzülen su damlası karşılaşır. Yerde süzülen su damlası gökten gelen yağmur damlasına sorar; Nasıl bu kadar berrak ve temizsin ? ‘'Kimse kimsenin içini bilemez’' diye yanıtlar, gökten gelen yağmur damlası. Ardından; sen neden bu kadar kirli ve bulanıksın diye sorar gökten gelen yağmur damlası: Birazdan nedenini görürsün der ve ayrı yerlere doğru süzülmeye devam ederler, gökten gelen yağmur damlası ile yerde süzülen su damlası.
Nereye aktıkları bilinmemektedir.                                              

31 Ocak 2015 Cumartesi

Zamanlama

       Üzgün olduğum günlerden birinde, hatta çok ama çok ve çok üzgün olduğum bir günde vücudumun dinlenme istediğini geri çevirmemek adına, kaldırım kenarına oturdum. Ağzımdaki lacivert tat ne zamandır gitmiyordu. Günün her zaman ki gibi bana fayda getirecek anlam ve önemi yoktu. Öğleden sonrasının olmadığı bir gün gibiydi. Gökyüzünde, tamda suratıma doğru inen ayran tadında bir sıcaklık vardı.  Yorgunluğun belirtisi ile kaldırıma vinçle inmiş gibi tam randımanlı inmiştim. Paçalarımdan üzgünlük kalıpları ağırlığınca akıp gidiyordu. Çevreye verdiğim zararın farkında bile değildim.
Birden ani bir yavaşlık ile kafamı kaldırdığım vakit, beynimde yanardağlar patladı, şimşekler çaktı, kalbime pergeller saplandı, yeryüzünde uçan tüm kuşların kanatları kopmuştu sanki.  Yoğun bir iç bunalım geçirdim. Kan dolaşımım birbirine dolandı. Derin bir heyecan sardı bedenimi, üzüntü veri tabanımda, yüksek trafikli bir artış oldu. Ayaklarımın ise nerede olduğunu bile bilmiyorum.
Onu gördüm, etrafta milyonlarca nesne olmasına rağmen sadece ona odaklanmıştım. Gözlerimi hareket ettiremiyordum. Zaman ve tarihin yaprakları o an için tüm dünya için silinmişti. Bu görüşün tarifini bulabilmek için istediğiniz kadar tarih kitapları karıştırabilirsiniz, fakat bu ana dair hiçbir iz ve hiçbir his kaydı bulamazsınız. Kalbimin attığını yeniden hissettim.
 Ve düş kırıklıkları biriktirmiş bir ay parçası kadar üzgündüm.
Benimle olduğu günlerde ki gibi değildi sanki görebildiğim kadarıyla çok değişmişti. Sonbahar kokan rengine eşsiz bir güzellik daha katmıştı. Birlikte çok güzel anılar biriktirmiştik.  En güzel zamanlarımızı hep beraber yaşadık. Şimdi ise karşımdaydı. Tam karşımda. Pantolonumun paçalarına biraz daha üzüntü birikiyordu. Ayran tadı sıcaklığının yüzümde biriktirdiği ter, boynumdan aşağı doğru ilerlerken kalbimin üzerinden geçerek hisli damlalarla akmaya devam ediyordu. O ise şimdi daha güzel ve daha farklı olmuştu. Tam da yerine göre davranıyordu. Olması gerektiği gibiydi. Kusursuz görüntüsünün altında pişmanlıklar yatmıyordu sanki. Ellerime bakmayı bile akıl edememiştim.  O an sadece bende bıraktığı izleri görüyordum.
Yerine çoktan alışmış ve yeni hayatına ayak uydurur gibiydi.
Bende ki üzüntünün şiddeti ise hala büyüktü. Sahibi/lerine benziyordu.
O gün anladım ki bisikletimi satmakla çok büyük bir hata etmişim.
Benim eskiden güzel bir bisikletim vardı artık yok.
Böyle hatalar yapmamam gerektiği bir kez daha kanıtlandı.
Pişmanlıklarıma yenilerini eklememek ümidiyle başımı öne eğdim.
Üzüntülerimle çevreyi yine fazla kirletmiştim.
Hayattan bir kayıp daha attım üstüme.
Kalktım ve gittim.
Biraz yalnız kalmalıyım..