20 Eylül 2015 Pazar

Ölü Balıklar Görmek İstemiyorum

Ölü Balıklar Hakkında Her Şey

– Bir Yolculuk Hikayesi – 

Sayfa 1 

Mavi, yeşil ve gri. Hayatımın tüm gerçekliği ve biraz daha fazla gri. Geneli griye  doğru sürüklenen bir yaşam. Daha fazla karartı ve bulanıklık, eskidikçe kaybolmaya yüz tutmuş tahtadan derme çatma  göçebe bir ev ve ardında kalan koyu bir hayatın öyküsü. ''Biraz daha nefes.''

Her sabah uyandığımda ki uyumadığım zamanlar da çoktur o kısma daha sonra değineceğim. Güne bana ait çift çoraplarımı yıkamakla başlarım ve kurumalarını bekleyene kadar da evden çıkmam. İlk önce onlara günaydın derim ve ardından bir güzel temizlerim. Güneşin dağın eteklerinde batışı gibi her sabah ıslaklıklarını bıraktıkları yerde ki damlalarını seyrederek nasıl kuru hale geldiklerini görünceye kadar izlerim. Onları hiçbir zaman ayağıma giymedim. Çünkü onların ayaklarımın altında çürümelerine ve ezilmelerine müsaade edemem. Onlar benim sabahları gördüğüm ilk canlılar. Her ne kadar benimle konuşmasalar da bazı sabahlar güldükleri bile olmuştur. Fakat şöyle tuhaf bir yanları var beni hep dinler ve desteklerler. Bazen de ufak bir tebessüm. Siyah renkteler ve boyutları gördüğüm kadarıyla bileklerime hakim olabilecek kadar uzun. Benimle her zaman konuşmalarını istedim fakat onlardan şu ana kadar her hangi bir tepki dahi gelmedi. Sabahları onları yıkamaktan ötürü her zaman memnuniyet duydum. Keşke bende her sabah onlar gibi temiz kalabilsem.Geçmişim kadar kirliyim ve her zaman da öyle kalacağım.  Size saçlarımın sarı olduğundan bahsetmiş miydim. Sanırım bahsetmedim. Çünkü saçımın rengi sarı değil ve hiçbir zaman da olmadı. Gördüğüm kadarıyla da öyle olmayı asla düşünmeyecek.

Henüz dokuz yaşında bir çocukken, ağaçların ve meyve dallarının arasında bir yolculuğa çıkmıştım. Ağaç diplerinde ve yeşillerin sarmaladığı toprak döngüsünde yere düşen bir sürü elma gördüm. Yerde o kadar çok elma vardı ki bir tek kapısında Elma Bahçeler diyarına hoş geldiniz yazısı yazmıyordu.  Yerden elmaları bir bir toplarken yanıma sanırım sonsuz yaşına basmış yaşlı bir  adam geldi. Adam o kadar yaşlıydı ki kırış kırış olmaktan teninde düz yer dahi kalmamıştı. Bu kadar buruşacak ne yapmıştı bilmiyorum. Bana kaç tane elma var biliyor musun? Diye sordu. Bende bilmiyorum dedim. Peki yerden kaç tane elma topladın. Saydın mı  bakalım? diye sordu Bende hayır saymadım diye yanıt verdim. Sonra teninde düz yer dahi kalmayan, yaşı sonsuz olan buruşuk yaşlı adam bana dönüp, yaptığın her şeye dikkat etmelisin ve muhakkak her şeyin muhakemesini doğru yapmalısın diye öğütle karışık ilginç bir cevap vermişti. Hayatla ilgiliydi sanırım. Henüz dokuz yaşında bir çocukken söylediği bu sözden hiçbir şey anlamamıştım. Dokuz yaşında, sadece yerden elma toplayan bir çocuk için bu sözler gerçekten de bana sonsuzluk kadar uzaktı. Bir daha o yaşlı adamı hiç görmedim. Sonsuza kadar da göreceğimi zannetmiyorum. Şimdi ise kaç yaşımda olduğumun ise hiç bir önemi yok. Çünkü tarih ve zaman kavramı benim için toprağın altında yatan mermer taşı dahi olmayan, kim olduğu bilinmeyen ve hiç bir zaman da bilinmeyecek olan bir cesedin, ne zaman öldüğü tarihinin bilinmemesi kadar uzaklıktaydı.

Basit aşk hikayelerimi anlatmak istiyorum. Çünkü hepimizin hayatlarının köşesinde bir iz olarak bıraktığı basit aşk hikayeleri olmuştur. Sonu muhakkak üzüntü, çöküntü ve hüsranla bitmiştir. Bu konuda hepimiz hem fikiriz. Sonlar genellikle böyle olur. Belki daha da fazlası ya da daha az. Olabilir. İlk başlarda onunla her şey çok güzel ve hiç olmadığı kadar yerli yerindeydi. Üstelik bu güzellik esintisi sonsuza kadar sürecekmiş gibi duruyordu. Mükemmeliğin tanımına bir yıldızın mütevazi parlaklığı kadar yakışan, kalplerin çarpıntı yapan ritim bozukluğu gibi , tam da gediğine oturan, heyecanın en kötü günlere rağmen hiç bir zaman yitirilyemeceği, olağanüstü bir aşktı. Dünyalara sığmayacak kadar büyük evreni kendi ekseni etrafına alacak kadar geniş bir yüz ölçümüne sahipti. Her gece yıldızların altına inerek turuncuya boyadığımız gökyüzünü seyrederken uçan fillerden, esrarengiz bir biçimde mavi bal yapan arılardan ve ölmesini hiç istemediğimiz kelebeklerden bahsederdik. Bu geceye inen aşk ritüeli aylar boyu devam etti. Gökyüzü her zaman turuncu ve yıldızlar her zaman bizimleydi. Saatlerce oturur konuşurduk. Çenelerimiz ömür boyu açık kalacak gibi programlanmıştı sanki. Sonra hikayeler sıradanlaştı, git gide normalleşti ve sonra onlar da gitti. Ve ardından O gitti. Gece siyaha boyanmak için musluklarından litrelerce karartıyı çoktan gökyüzüne bırakmıştı bile. Öyle de kaldı. İlişkiler her zaman böyledir. İyi yanları olduğu kadar kötü yanları da vardır. Kötü yanlarından beslenmeyi hiçbir zaman dilemedim. Ellerini tutup bıraktığım tüm aşklarımdan gökyüzüne giden kilometrelerce uzunlukta bir yol şeridi olabilirdi. O yol her zaman tehlikeli değildir ve kötü kazalara yol açmaz.  Şimdi ise aşk bana dağların eteklerinin ardında kalan ve bir misket kadar ufak görünen terk edilmiş şehrin, her hangi bir yol kenarında  bekleyen yalnız bir sokak lambasının aydınlatmayan sarı ampulünün sönmeye yüz tutmuş ışığı kadar, uzak mesafedeydi.

Bugün tam dört kere, ayrı zaman dilimlerinde annemi arama istediği kafamda belirdi. Her hangi bir telefonum ve telefon edecek bir yerim olmamasına rağmen. Zaten telefon edecek bir annem dahi yoktu. Bu istek annemin geri dönmeyecek olması kadar saçma ve iç yakan bir dilek olmuştu benim için.  Bazen hayatta hiç gerçekleşmeyecek olan isteklerimiz bile olabiliyor.Ne yazık ki. Yolda yürürken vicdanını cebine yüklemiş insanların ne kadar da rahat dolaşabildiklerini görebiliyordum. Çünkü cepleri görünmeyecek kadar derin ve büyük bir genişliğe sahipti. Onları gidip tek tek tebrik etmek isterdim. Fakat vazgeçtim çünkü sayıları hiç bitmeyecek kadar, bir hayli çoktu. Tebrik kısmı asırlarca sürebilirdi. Mantıklı bir seçim yapmıştım. Bende hayallerini bir arabanın içine doldurup yolları hiç bitmeyecek olan araçların içerisine dolduran insanların arasına dahil oldum. Artık hayallerime ihtiyacım yoktu. Onları hiç bitmeyecek olan yolların sonsuzluğuna bırakabilirdim. Belki hayal kırıklıklarım gibi kazaya uğrayabilirlerdi. Hayallerime son bir kez daha el salladım ve onları hiç bitmeyecek yolların sonsuza kadar sürecek olan mesafelerine bıraktım.  Belki ben kurtulamamıştım fakat onlar benim yerime kurtulabilir ve kendileri başka hayallerin içerisinde bulabilirlerdi.

Her gece yatmadan önce düşünürdüm. Düşünmediğim hiçbir gece ve hiç bir an yoktu. Düşünceler artık bana en yakın mesafedeydi. ‘’Merhaba düşünce, yine mi sen? Evet yine ben.  Anlaşılan bu gece beraberiz öyle değil mi? Öyle gözüküyor.’’ Bir tılsım gibilerdi adeta. Her gece uyumadan önce ağlamak isterdim ve tam ağlayacağım sırada şu an dünyada benim yerime ağlayan milyonlarca insanın olduğunu düşündüğüm ve onların bir nebze de olsa benim yerime ağladıklarını bildiğim için en azından öyle olduğunu tahmin ediyorum kendi ağlamalarımı bir süreliğine ertelerdim. Bu beni her ne kadar rahatlatsa da bir o kadar da üzerdi. Ağlamaları ertelediğim için çok şanslıydım. Yalnız onlar benim kadar şanslı değil. Güzel olan uykuların rahatlığını çoktan unutmuştum. Uyanık kalmakla uyumak arasında hiçbir fark yoktu. Mavi ile yeşil hayatımdan hızlıca eksiliyordu üstelik yerlerini daha fazla griye bırakarak.
Basit bir hayatım oldu tıpkı basit hikayelerim gibi..

Burada size hiç ölü balıklardan bahsetmedim. Bahsettiğimi de hatırlamıyorum. Çünkü onlar gerçek hayatta bu ise yalnızca bir hikaye. 

Geceden sonsuzluğa inen, derin bir yol.  ‘’Son ’’

Yağmurun yağdığının farkında bile değilim zaten hiç yağmayacak.