31 Aralık 2016 Cumartesi
20 Ağustos 2016 Cumartesi
24 Saat ve 12 Ay
Anlatıcı:
Özet ve virgül,
-Kapı açılıyor ve araçtan içeri giriyorum.
-Kapı açılıyor ve evden içeri giriyorum.
-Kapı açılıyor ve nereye girdiğimi içeride öğreniyorum.
Saat 04.30 olmak üzere tam 2,5 saattir aynı nokta da bekliyorum. Beklerken, birçok şey de oluyor. Kim bilir şu an kaç kişi mutlu veya kaç kişi ağlıyor? Bu basit bir düşünce sapmasıydı. Zaman ilerliyor. Beynimin orta yerinde para ile bir kadın kavga ediyor. Kavga o kadar şiddetli ki adeta yumruk yumruğa yapılan bir saldırıya dönüşüyor. Sonuç olarak kavgayı para kazanıyor. Eğer günün birinde parayla tartışmaya girerseniz unutmayın ki para her zaman karşınıza favori olarak çıkar ve sizinle olan mücadeleyi kazanır. Para karşısında daha güçlü olabilmeniz için ondan daha çok zengin olmanız gerekir. Bekleyişim birazdan sonlanacak diye umuyorum. Hedefim bana yaklaşacaktır. Bu işi seviyorum çünkü yüksek dozda tehlike arz ediyor. Bir filmde şöyle bir replik geçiyor ‘’Vatanını en çok sevene en pis işi yaptırırlar’’ diye. Benimkisi de o misal, sevgi uğruna en pis işler bana yaptırılıyor. Her sevginin bir acı tarafı oluyor. Ya ona alışacaksın ya da yok olacaksın. Sevmenin zorlukları… O da nesi hedefimiz bize doğru yaklaşıyor ve 1,2,3 hop avucumuzun içine düşüyor. Yakalandın seni sıska. Bu kadar basitti. Detaya girmeye gerek yok. Fakat planı buraya yazılmayacak kadar uzun sürmüştü. Sonuçta işin sonunda netice varsa, bir ömür bile beklenilebilir. Onu alıyoruz ve belki de dönmeyeceği bir yolculuğa uğurluyoruz. Unutmayın her insan size nefesiniz kadar yakındır.
Bir başka yer, oldukça kalabalık her yaştan ve her cinsten insan tipi burada bulunuyor. Kendini güzel sananlar, hayattan biçare yaşayanlar, orta yaşa girdabında olanlar, genç ve genç hissedenler, nerede olduğunu bilmeyenler vs. hepsinden bir tutam avucumuza sığacak kadar var. Sanırım buraya dünyanın bataklığı deniyor. Burada birazdan ışıklar sönebilir ve aramızdan birkaç kişi eksilebilir. Bilirsiniz hiçbir suç cezasız kalmaz. Elbet o pişmanlıklar bir gün ödenir. Ya sen kendini cezalandırırsın ya da cezanı kesmeye gelen birileri olacaktır. Bugün de onlardan biri yaşandı. Tıpkı her sabah uyandığımızda içtiğimiz bir bardak su gibi.
İşim bitti sayılır. Dışarı çıkıyorum. Yürüyorum. Derin nefes ve gökyüzüne doğru sonsuz bir bakış, başımı indiriyorum ve ellerim cebimde yürümeye devam ediyorum.
-Kapılar araçlar için kapanıyor.
-Evlerin kapıları, unutulmak istenen sabahlar için tekrar kapanıyor.
-Kapılar açılır ve kapanır. Sonu gelene kadar böyle sürecek gibi.
Ta ki her şey bitene kadar.
İşte böyle bir gün ve böyle bir yıl tamamlandı. İçi dolu ve anlatılmak istenmeyecek kadar acı.
Hikayede neden mi o kadar çok boşluk var. Çünkü hayatımız da o kadar derin ve bir o kadar göremediğimiz boşluklar var ki, onları doldurmayı çalışmıyoruz sadece görmezden geliyoruz. Ve o her seferinde karşımıza çıkmayı biliyor. Derin boşluk, sessiz boşluk ve büyük boşluk. Çığlık gibi yüksek sesli..
Tik tak tik tak tik tak...
-Kapı açılıyor ve evden içeri giriyorum.
-Kapı açılıyor ve nereye girdiğimi içeride öğreniyorum.
Saat 04.30 olmak üzere tam 2,5 saattir aynı nokta da bekliyorum. Beklerken, birçok şey de oluyor. Kim bilir şu an kaç kişi mutlu veya kaç kişi ağlıyor? Bu basit bir düşünce sapmasıydı. Zaman ilerliyor. Beynimin orta yerinde para ile bir kadın kavga ediyor. Kavga o kadar şiddetli ki adeta yumruk yumruğa yapılan bir saldırıya dönüşüyor. Sonuç olarak kavgayı para kazanıyor. Eğer günün birinde parayla tartışmaya girerseniz unutmayın ki para her zaman karşınıza favori olarak çıkar ve sizinle olan mücadeleyi kazanır. Para karşısında daha güçlü olabilmeniz için ondan daha çok zengin olmanız gerekir. Bekleyişim birazdan sonlanacak diye umuyorum. Hedefim bana yaklaşacaktır. Bu işi seviyorum çünkü yüksek dozda tehlike arz ediyor. Bir filmde şöyle bir replik geçiyor ‘’Vatanını en çok sevene en pis işi yaptırırlar’’ diye. Benimkisi de o misal, sevgi uğruna en pis işler bana yaptırılıyor. Her sevginin bir acı tarafı oluyor. Ya ona alışacaksın ya da yok olacaksın. Sevmenin zorlukları… O da nesi hedefimiz bize doğru yaklaşıyor ve 1,2,3 hop avucumuzun içine düşüyor. Yakalandın seni sıska. Bu kadar basitti. Detaya girmeye gerek yok. Fakat planı buraya yazılmayacak kadar uzun sürmüştü. Sonuçta işin sonunda netice varsa, bir ömür bile beklenilebilir. Onu alıyoruz ve belki de dönmeyeceği bir yolculuğa uğurluyoruz. Unutmayın her insan size nefesiniz kadar yakındır.
Bir başka yer, oldukça kalabalık her yaştan ve her cinsten insan tipi burada bulunuyor. Kendini güzel sananlar, hayattan biçare yaşayanlar, orta yaşa girdabında olanlar, genç ve genç hissedenler, nerede olduğunu bilmeyenler vs. hepsinden bir tutam avucumuza sığacak kadar var. Sanırım buraya dünyanın bataklığı deniyor. Burada birazdan ışıklar sönebilir ve aramızdan birkaç kişi eksilebilir. Bilirsiniz hiçbir suç cezasız kalmaz. Elbet o pişmanlıklar bir gün ödenir. Ya sen kendini cezalandırırsın ya da cezanı kesmeye gelen birileri olacaktır. Bugün de onlardan biri yaşandı. Tıpkı her sabah uyandığımızda içtiğimiz bir bardak su gibi.
İşim bitti sayılır. Dışarı çıkıyorum. Yürüyorum. Derin nefes ve gökyüzüne doğru sonsuz bir bakış, başımı indiriyorum ve ellerim cebimde yürümeye devam ediyorum.
-Kapılar araçlar için kapanıyor.
-Evlerin kapıları, unutulmak istenen sabahlar için tekrar kapanıyor.
-Kapılar açılır ve kapanır. Sonu gelene kadar böyle sürecek gibi.
Ta ki her şey bitene kadar.
İşte böyle bir gün ve böyle bir yıl tamamlandı. İçi dolu ve anlatılmak istenmeyecek kadar acı.
Hikayede neden mi o kadar çok boşluk var. Çünkü hayatımız da o kadar derin ve bir o kadar göremediğimiz boşluklar var ki, onları doldurmayı çalışmıyoruz sadece görmezden geliyoruz. Ve o her seferinde karşımıza çıkmayı biliyor. Derin boşluk, sessiz boşluk ve büyük boşluk. Çığlık gibi yüksek sesli..
Tik tak tik tak tik tak...
10 Ağustos 2016 Çarşamba
Bir Sevdim, Bin Öldüm
Sıcak bir mayıs öğle sonrası baharın kokusu ile kol kola yürürken,bana bakıp derin bir iç çektiği anda,
Bir sonbahar günü, sağanak yağmurlar eşliğinde ıslanırken, ellerinin soğukluğunu hızlı bir şekilde giderebilmek için, ellerini ellerimle ısıtmaya çalışırken ve o telaşla ellerimi ararken,
Bana her baktığında kalbinin yerinden fırlayacakmış gibi olmasında ve yüreğinin titremesinde,
Kelimelerin eksik kaldığı anlarda gözlerimizin devreye girdiği dakikalarda,
Her sinema çıkışı biletlerimizi ikiye bölüp sonsuza dek saklayacağımızın sözünün verdiğimizde,
Buluştuğumuz günlerde, karşımda bir ceylan gibi tedirgin ve masumane bir şekilde durduğunda ve aşkımızın en güvenli kalesi olduğu cümle aleme gösterdiği günlerde.
Denizin sonsuzluğuna daldığımız anlarda hayaller kurarken
Dinlediğimiz her şarkının sözlerini ezberlemeye çalışırken,
Ay ışığı vurduğu gecelerde adımlarınla bulutların üzerinde daireler çizerken,
Gittiğimiz her yere hatıra olarak bir kalıntı bıraktığımızda…
Onu düşündüğüm her anda içimde büyüyen kır bahçelerin
eşsiz kokusu burnumun direğini sızlatırken,
Gözlerinin büyüsüne kapılıp dünyevi yolculuğa çıkarken,
Her an beni düşündüğünün mutluluğunu kalbimin en güzel yerinde hissederken,
Kalbinin kalbime dokunduğunda şaşkınlıkla yönümü kaybederken
Ve başımı yastığına her koyduğum gece, gökyüzünü seyrederken.
Öyle ya, işte böyle anlarda sevdim.
Şimdilerde ise soğuk bir kent yalnızlığı gibi üzerime çökmüştü zaman.
Sevilip sayıldığım günlere… sevgi ve saygı ile
TK’ya selam olsun.
Cümleler ne kadar çoğalırsa...
Bir sonbahar günü, sağanak yağmurlar eşliğinde ıslanırken, ellerinin soğukluğunu hızlı bir şekilde giderebilmek için, ellerini ellerimle ısıtmaya çalışırken ve o telaşla ellerimi ararken,
Bana her baktığında kalbinin yerinden fırlayacakmış gibi olmasında ve yüreğinin titremesinde,
Kelimelerin eksik kaldığı anlarda gözlerimizin devreye girdiği dakikalarda,
Her sinema çıkışı biletlerimizi ikiye bölüp sonsuza dek saklayacağımızın sözünün verdiğimizde,
Buluştuğumuz günlerde, karşımda bir ceylan gibi tedirgin ve masumane bir şekilde durduğunda ve aşkımızın en güvenli kalesi olduğu cümle aleme gösterdiği günlerde.
Denizin sonsuzluğuna daldığımız anlarda hayaller kurarken
Dinlediğimiz her şarkının sözlerini ezberlemeye çalışırken,
Ay ışığı vurduğu gecelerde adımlarınla bulutların üzerinde daireler çizerken,
Gittiğimiz her yere hatıra olarak bir kalıntı bıraktığımızda…
Onu düşündüğüm her anda içimde büyüyen kır bahçelerin
eşsiz kokusu burnumun direğini sızlatırken,
Gözlerinin büyüsüne kapılıp dünyevi yolculuğa çıkarken,
Her an beni düşündüğünün mutluluğunu kalbimin en güzel yerinde hissederken,
Kalbinin kalbime dokunduğunda şaşkınlıkla yönümü kaybederken
Ve başımı yastığına her koyduğum gece, gökyüzünü seyrederken.
Öyle ya, işte böyle anlarda sevdim.
Şimdilerde ise soğuk bir kent yalnızlığı gibi üzerime çökmüştü zaman.
Sevilip sayıldığım günlere… sevgi ve saygı ile
TK’ya selam olsun.
Cümleler ne kadar çoğalırsa...
20 Şubat 2016 Cumartesi
Rocky
Nam-ı diğer İtalyan Aygırı. Philadelphia’nın karanlık ve harabe
sokaklarında dolanan bir serseri. Amatör bir boksör olarak yaşamını sürdüren
Balboa hayatına serseri olmama adına devam ediyor ve her şeye rağmen inatla
yaşam mücadelesi veriyordu. Tefeci Gazzo’nun işlerini yapıyor bir yandan da
amatör boks maçlarında galibiyet kovalıyordu. Sürekli yumruk yemesine rağmen
donuk bakışlarla ve bitkin haliyle maça devam edebiliyordu. Tam 45 maçtır hiç
burnu kırılmamıştı. Ufak bir apartman dairesinde yaşamını sürdürüyor ve her eve
geldiğinde onu bekleyen iki kaplumbağası ve balığıyla minik sohbetlere
dalıyordu. Onlara bir dansçı veya şarkıcı olsalardı böyle bir hayat yaşamayacaklarını
aktarıyordu tabi çuvaldızı kendine de batırıyordu. Fonda Summer Madness’in hoş
melodisi çalarken Rocky eski fotoğrafına bakarak iç geçiriyordu, böyle bir
hayatı kim isterdi ki? Kim böyle bir hayata gelmek ister ki... Bu yürek burkan bu iç sızısı film boyunca
devam ediyor ve peşimizi bırakmıyor.
Onun hayatla kavgası serseri olup olmamakla ilgiliydi.
Hayata karşı ayakta durabilmek için serseri olmaması gerektiğinin bilincindeydi
ve bir hiç olmadığını insanlara kanıtlamak istiyordu. 12 yaşındaki bir kıza
hayat dersi verirken, kız onu bir an olsun umursamadı. Kötü insanlarla
takılmaması gerektiğini, iyi bir insan
olmasını ve nasıl insanlarla takılırsan öyle insan olursun öğüdünü kızın
hafızasına kazımaya çalışıyordu. Kız oralı bile olmadı, kızın ondan
gelecek öğüde ihtiyacı yoktu çünkü bir hiçten gelen öğüde kulak bile asmak
istemedi. Utangaç tavırları ve donuk bakışları hep içimizi sızlattı. Rocky hayatına bir serseri olmama adına devam ederken fırsatlar
ülkesi Amerika’da karşısına büyük bir fırsat çıkmıştı. Ünlü boksör Apollo
Creed’den maç teklifi gelmişti. Yeni yıla galibiyetle başlamak isteyen Creed bu
maçı bir şova dönüştürerek ününe ün katmayı hedeflemiş ve herkese yeniden 1
numara olduğunu kanıtlamak hatta bunu büyük bir gösteri maçıyla tekrar ispatlamak
istiyordu. Balboa’yı sırf ismi İtalyan aygırı diye seçmişti. Amatör bir boksöre
kendini ispatlama şansı vermek ve kendini ringlerde tekrar bir yıldız gibi
sergilemek onun şovunun bir parçasıydı.
Rocky hayatının geri kalan kısmında tefeci Gazzo’nun
haraçlarını toplarken, amatör maçlara çıkarken ve serseri olmamakla başa
çıkmaya çalışırken donuk bakışları ve o derin yalnızlığıyla Phileadelpia’nın
karanlık sokaklarında seyrek yürüyüşü ile adımlarını sıralarken kendisine gelen
bu büyük fırsatı geri tepemezdi. Bir başka kaybeden olan hocası Mickey ile
Apollo Creed’le yapacakları maça hazırlanacaktı. Mickey onunda kendisi gibi
kaybolup gitmesine izin vermek istemiyordu. Her zaman Rocky’yi elinin tersi ile
iten Mickey ona bu sefer sahip çıkmıştı. İkili baba oğul gibi konuştuktan sonra ringe çıkmak için çalışmalara başladı. Elde edebilmek için çok uğraştığı aşkı Adrian ve baş belası kardeşi
Paulie ile yeni bir savaşa hazırlardı. Yine Rocky sabah 4’de kalkacak, çiğ
yumurtaları içecek, etleri yumruklayacak ve pis, yırtık eski eşofmanlarıyla
Philedelphia’nın esaret kokan sokaklarında soluksuzca koşacaktı.
Rocky’nin amacı kazanmak veya kaybetmek değil, ayakta
durabilmekti. Tüm zorluklara ve o çetin hayat mücadelesine rağmen ayakta
durabilmek... Apollo Creed’in karşısında
şu ana kadar kimse ayakta duramadı. Rocky’nin hedefi kaybetmekten öte 15 round
ayakta durabilmekti. Çünkü ilk kez kendisini insanlara kanıtlayabilecekti. Bir
serseri olmadığını herkese gösterebilecekti. Maçtan 1 gün önce Adrian’le o gözlerimizi dolduran, endişeli ve biraz da tedirgin olan o ses tellerini titreten konuşmasını
yapmıştı. Apollo’yla başa çıkamayacağını biliyordu ama ayakta durabileceğinden
emindi.
Ringdeki posterinde bile şortu farklı renkteydi. Kimse buna
dikkat etmemişti ama o beyaz kırmızı şeritli şortuyla ringe çıkacaktı. Apollo
Creed ilk başta onu ciddiye almasa da daha ilk round da İtalyan Aygırı’nın sol
kroşesini tadıp yere yığılmıştı ve asıl maç ondan sonra başlamıştı. Bir iki, üç
derken 15 rounda kadar maç ve devam etti ve Rocky Balboa, Creed karşısında
asla yıkılmadı. Bu maçı bir şov maçı olarak gören Creed maçı ciddiye aldı ve
maçı öyle tamamladı. Tabi Creed de İtalya Aygırı karşısında maç boyu adeta kan kustu.
İkisinin de ağzından şu kelimeler döküldü, asla bu maçın rövanşı olmayacak.
Tabi filmin devam serisinde bir rövanş ve nice maçlar izleyeceğiz..
Maç bittiğinde herkes Rocky’nin nasıl ayakta kalabildiğini şaşkın gözlerle izlerken ve tüm gözler ona çevrilmişken o Adrian çığlıklarıyla zaferini aşkına ithaf etmekteydi. Çünkü o başıboş bir serseriyken elde etmek için uğraştığı Adrian’e sahip çıktı, onu benimsedi ve çok sevdi. Rocky artık yalnız değil, çünkü gücünü aşkının sevgisinden ve o büyük cesaretinden almıştı. Artık hayata karşı tutunurken ömür boyu sarılabileceği bir aşkı vardı. Sıska, baş belası ve çok konuşan Paulie ve Adrian’le büyük bir aile kurdu ve seri boyunca aşkını ve zaferlerini devam ettirdi. Her koşulda ayakta kalabilen, Rocky’yi yıllar boyu kimse yıkamadı, tabi kimse ona hayat kadar sert vuramamıştı.
çocukluğuma ve her yumruk yediğinde yeniden ayağa kalkanlara…
Maç bittiğinde herkes Rocky’nin nasıl ayakta kalabildiğini şaşkın gözlerle izlerken ve tüm gözler ona çevrilmişken o Adrian çığlıklarıyla zaferini aşkına ithaf etmekteydi. Çünkü o başıboş bir serseriyken elde etmek için uğraştığı Adrian’e sahip çıktı, onu benimsedi ve çok sevdi. Rocky artık yalnız değil, çünkü gücünü aşkının sevgisinden ve o büyük cesaretinden almıştı. Artık hayata karşı tutunurken ömür boyu sarılabileceği bir aşkı vardı. Sıska, baş belası ve çok konuşan Paulie ve Adrian’le büyük bir aile kurdu ve seri boyunca aşkını ve zaferlerini devam ettirdi. Her koşulda ayakta kalabilen, Rocky’yi yıllar boyu kimse yıkamadı, tabi kimse ona hayat kadar sert vuramamıştı.
çocukluğuma ve her yumruk yediğinde yeniden ayağa kalkanlara…
6 Şubat 2016 Cumartesi
Bazen..
Cümle ağaçları, dallarından dökülen kelime taneleri ve onlarla beraber hiçliğin ortasında kalakalmış bir meczup. Tarifi olmayan bir sendromun ortasında sonunu bekliyor. Etraf cümle ağaçları ve dallarından her mevsim
dökülen kelime yapraklarıyla dolu. Toprak kokusu doğanın girdabı ve toprağın
altında yatan sayısız cansız beden sisli havanın grisine karışmış durumda. Ağaçlardan dökülen her yaprak tanesi
kalbimden dökülen kalp kırıklıklarına eş değer. Beynime adeta bir ilmik gibi işleniyor. Her dal bir cümleden ibaret. Her yaprak tanesi ayrı bir anlam nüksederek yere naif bir şekilde düşüyor.
Kimi aşkı, kimi hüznü, kimi acıyı kimi kötüyü simgeliyor. Aslında her yaprak dökümünün ardında derin hikayeler var. Hepsi farklı bir hisle dallarından sökülüp yerin en dibine iniyor. Tıpkı bazı hayatların yerin
dibini boyladığı gibi.
Sadeliğe inat biraz daha iç burkan bir karanlık, yukarıda ki sonsuz mavi ve yerin dibinde ki toprak koyusunun birleşiminin ortasında kalan kurak biçimsiz bir doğa örtüsü. Sıradan hayatların ötesinde kalıyor ve kokusunun tadı dahi hissedilemiyor. Buradaki yalnızlığı seviyorum. Cümle ağaçları, toprak kokusu ve yerin altında
ki cansız bedenlerle hayatımı çürütüyorum. Bazenler ile örtülü bir hayat, toprağın altına her zaman bir adım daha yakındır. Hepsinin üstünü körü körüne
örtmeye çalışan bir ruh tanesi öylece duruyor. O ben oluyorum. Sonun her zaman bir başlangıcı oldu. Cümleler
git gide çoğaldı, her nefes kesildiğinde bir yerlerde birileri daha dirildi.
Kimi sonsuzluğu ile yapayalnız kaldı. Bazen korkuların üzerine gidebiliyorum. Bazen karışıklıkların ortasında çürürken, dar bir labirentte kapana kısılarak sıkışıp kaldığım günleri hatırlıyorum. Bazen günden güne bir korken kıvılcıma dönüştüğümü hissedebiliyorum. Çürümüş kalp kapakçığımın ilacı
burada pek bulunmuyor. Bazen gelip gidenler oluyor ve tek bir soru sorup
gidiyorlar. ‘Sen tabut mu yapıyorsun? Hayır onların içini dolduruyorum.’’ Hoşça
kal’’. Bazen gidenlerin yeri hiç dolmuyor. Herkese yetecek kadar yer var bu
toprakların altında. Sürgün yolculuğunda bir umut ışığı, kaybolup yiten bir
hayat ve içinde bir gün bile yetmeyecek kadar nefes. ''Alamıyorum.''
Yerden ellerime birkaç kelime yaprağı serpiştiriyorum.
Aralarında, gözyaşlarını, nefreti, öfkeyi ve saf mutluluğunu köşeye
bırakıyorum. Onlara öylece bakıyorum. Öyle bir bakıyorum ki kalbimdeki oklar
dağın zirvesindeki kar tanesini vuracak kadar hızlı atıyor. Bazen diyorum
bunlar hiç olmasaydı. Her zaman ölüm ve var olmanın ortasında bir yerlerde
duruyorum. Bazen kim olduğumu bile bilmiyorum. Hep yaşarken öğreniyorum hayatın telaşını ve
gittikçe yüreğin acı kısmından dökülen mısralarla kan kaybediyorum. Bazen kendime şunu söylüyorum hepimiz sonunda ne
olacağını bilmemize rağmen bazı şeyleri neden görmezden geliyoruz. Her şey bize
bir adım kadar yakınken neden bir o kadar uzak, Ona bir türlü dokunamadığımızın farkındayız.
Sonunu getiremediğimiz her başlangıç, bizim sonumuz oldu. Hep bazenlerin
ortasında sıkışıp kalıyoruz.
Cümle ağaçları ile beraber tek tek yitip giden kelime
yaprakları, ardımızda bıraktığımız ölü topraklar, ayaklarımızın altında serili
olan ruhsuz bedenler ve soğuk savaşlarımızın hüznü, bizimle beraber kalmaya
devam ediyor. Avucuma düşen kelimelerden bir orman daha yaratabilirim. Onları
sonsuzluğa terk ediyorum. Bazen hiç bitmesin diyorum fakat, artık uzun cümleler dahi kurmak istemiyorum. Bu
kısmı da tam şimdi burada, yarıda bırakıyorum. Daha
fazla kaybolma hissi.'
Bazen onu düşündüğümde diyorum.
Bazen, bazen yitiyorum.
Bazen ise en uzağa gidiyorum.
Hep bir çıkmazın ortasında kalırken,
Bazen söyleniyorum kendi kendime.
Bazen durup dururken,
Bazen diyorum ya bazen...
‘’yazıyorum ama bu son olsun’’ ithafen.
Bazen, bazen yitiyorum.
Bazen ise en uzağa gidiyorum.
Hep bir çıkmazın ortasında kalırken,
Bazen söyleniyorum kendi kendime.
Bazen durup dururken,
Bazen diyorum ya bazen...
‘’yazıyorum ama bu son olsun’’ ithafen.
karlı dağın tepesinde.
ES<3-kaçkar
ES<3-kaçkar
bazen her şey bitter mi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)