Sabah gün doğumunu gün yüzüne çıkardı, bütün gece yatağında dönerek büzülmüştü. Önce sağa sonra sola ağır hareketlerle dönerek sersem bir şekilde uyandı. Yeni bir güne daha, denizin sonsuzluğu kıskandıran gözlerini açarak başlamıştı. Hedefleri, var olan umutları ve hiç bitmeyecekmiş gibi sürecek hayalleri vardı. Düş kırıklıklarını hep ardında bırakarak, yaşamını sürdürmeyi tercih ediyordu. Saçları düz ve uzundu. Boynuna kadar gelirdi. Hep açıkta ve düz kalmasını isterdi. Buğday tenliydi. Zeytin gözlü, pembe yanaklı berrak gibi bir kızdı.İnceden narin, dokunulduğunda ise paramparça oluyordu.Karpuz çekirdeği kadar yumuşak bir kalbi vardı.Bir o kadar da hassastı.
Yatağının tam karşısında bulunan, elbise dolabından okul kıyafetlerini çıkardı. Zarif ve yavaş bir biçimde özenle hazırlanarak giyindi. Her gün okula, ilk gittiği günmüş gibi heyecanlı ve mutlu bir şekilde gidiyordu. Her geçen gün, her atladığı sınıf, onun için okulun ilk günü kadar güzel ve temizdi. Derslerinde başarılı, okul arkadaşları tarafından sevilen biriydi. Yüreğinin tam köşesinde derin bir yalnızlığı vardı. Tabiatın içinde kaybolmuş, insanoğlunun ulaşamadığı yeşillik kadar güzel ve anlamlıydı bakışları. Her zaman mutlu olmayı diliyordu. Tek temennisi buydu, ölene kadar mutlu yaşamak.Hızlı bir şekilde hazırlanıp okula yetişmesi gerektiğini farkındaydı. Ama o her zaman ki gibi yine zarifti. Telaşa kapılmıyordu.Bazı şeylere aldırış etmezdi. Sonbahardı, havalar ne sıcak ne de çok soğuktu. Bazı günler yağmurlu, bazı günler parçalı bulutlu bazı günler ise rüzgarlıydı. O gün de gökyüzünde abartılı, küskün bir karartı vardı. Sanırım bu yağacak olan yağmurun habercisiydi. Annesi aşağıdan seslendi. Kızım sıkı giyin, çıkarken şemsiyeni al unutma sakın, yoksa ıslanırsın bu yağmurda diye uyardı. Ve işte bana o zaman gün doğdu. Onun narin, sıcak ve pamuk kadar yumuşak olan beyaz elleri, çöp atıklarından arıtılarak üretilen plastik sapımâ çoktan değmişti bile. Yağmurlu havalarda, benim için kısa, onun için bir hayli uzun olan yürüyüş yolculuğa çıkıyorduk. Okul evine elli beş dakikalık yürüme mesafesindeydi. Ve bu demek oluyordu ki yaklaşık bir saatlik yolculuk boyunca ona eşlik edecektim. Onu yağmurun tatlı ıslaklığından askeri disiplinle korumak benim için kutsal bir görev sayılırdı.Bu görevi her zaman başarıyla yerine getirmekten onur duyardım. Plastik sapımın uç kısmında sert olan bir tuş mevcut, ona basılır ve elips şeklinde dizayn edilmiş, ince zayıf demirlerden oluşan, birleşik organizmamın her yöne açılarak genişlemesiyle kanatlarım açılırdı. Ve yağmurdan koruma görevi öylelikle başlamış olurdu. Onunla beraber yürümek, omuzlarına kadar uzanan, uzun saç tellerini korumak beni hiç olmadığı kadar gururlandırıyordu. Bu alanda başarılı bir şemsiyeydim. İşimi hakkıyla ve severek yapıyordum. Beraber adım atmak ve ıslanmamak çok güzel bir duyguydu. Ona sadece yağmurlu havalarda eşlik etmek içimi birazcık burksa da anın tadını çıkarmayı her zaman iyi bilirdim.Yağmur bir çocuğun göz yaşı kadar hızlı ve hiç bitmeyecekmiş gibi yoğun bir şekilde yağıyordu. Okula az bir mesafe kalmıştı. Bir okula gidiş serüvenimiz daha sonlanacaktı. Yine sapımdaki tuşa basılacak, ve kanatlarım içerime doğru süzülüp kapatılacaktı. Bu sefer yalnızlık sırası bana gelmişti.
Bir köşede unutularak, akşama kadar onun okuldan çıkmasını, uzun bir yolculuktan dönüyormuş gibi büyük bir özlemle bekleyecektim.
Tek isteğim ve masum olan bir dileğim vardı.
Akşam da yağmurun yağması...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder