26 Aralık 2019 Perşembe

Seviyorum anlasana...


Yine kendime aynı soruyu sorduğum günlerden birindeyiz. "Ben neredeyim ve burada ne işim var."


Hayatın beni oradan oraya sürüklediği günlerin birinde, yine yaptıklarımı ve yapacaklarımı sorgularken buluyorum kendimi. Hayatım boyunca hep bir şeyleri değiştirmek için çabaladım bir sürü şeyle uğraştım, değiştirebildiğim birçok şey oldu ama o içimdeki boşluğu bir türlü dolduramadım. Yollar değişti, sokaklar değişti, evler değişti ama benim içimdeki şey işte o bir türlü değişmedi. O günlerde zaman biraz daha yavaşlamıştı sanki.

Hayatımda bir sürü denemelerim oldu. Yakın geçmişte, bir oto araba yıkama firmasında çalışıyordum. Patronum bana: "Oğlum bu arabaları kendini temizler gibi temizleyeceksin" derdi hep. Yoksa gıcır gıcır olmazmış. Ben de kendimi temizler gibi değil de masanın üstündeki kırıntıları elimle toplarmış gibi yarım yamalak temizlerdim. Bu bir süre böyle devam etti. Performansımdan memnun olunmamış ki işime son verildi. Benim otomobilleri kendimi temizler gibi temizlemediğimi ilk patronum fark etmişti.

Bir ara demir doğrama ve kaynak atölyesinde işe başladım. Epey tehlikeli ama bir o kadar da zevkli bir işti. Ben ekmek keser gibi demirleri doğramaktan epey keyif alırdım. Yüzüm gözüm her yerime kıvılcımlar sıçrardı. Havai fişek gibi her yer cıvıl cıvıl renklenirdi. Gözlerim kör olacağımı zannettiğim ve ilerde parmaklarımdan sosis kızartma yapılacağını düşündüğüm için o işten kendim ayrıldım. 

Şimdi ise köpek bakıcılığı yapıyorum. Bu işe de başlayalı henüz 2 ay oldu. Yavru köpekcikleri dolaştırıyorum Lezzetli bir akşam yemeği hazırlar gibi o titizlikle mamalarını veriyorum ve biraz da sevgimi ekliyorum.  Şu an 3 köpek arkadaşım benim sorumluluğumda. Golden, Kaniş ve Terrier cinsi köpekle her sabah kent ormanında yürüyüşe çıkıyoruz. Bu işi sevmeye başlamıştım çünkü otomobil temizleyip cam silmekten daha zevkliydi. 4 arkadaş bir arada temiz hava alıp her gün beraber geziyorduk.

Kent ormanında insanlar yürüyüşe çıkar, çeşitli spor aktiviteleri yapardı. Sabah insanları ve akşam insanları diye ikiye ayırırdım ben insanları sabah insanları: mutsuz ve üzgün olurlardı genellikle, akşam insanları ise öfkeli ve bitkin. Çok nadir gülen insana rastlardım. Fakat bir gün günlerden hafta başı diye dillendirdiğimiz bir gün de uzaklardan koşar adım birisi geliyordu. İlk görüşte içimde bir şeylerin canlandığını hissetmiştim o an. Saçları altın sarısı olan biri doğmuştu gün yüzüne, sanki güneşin tüm ışıklarını o saçıyordu. Ve saçlarının bir teli bile kopsun istemezsiniz öylesine güzeldi. Belki bir altından bile daha değerliydi her teli. Koşarken gülümsüyordu ve ışıltısını bol keseden dağıtıyordu etrafına. Rüzgarıyla yanımdan hafifçe eserek geçti. O sıra gözlerimiz birbiriyle randevulaşmıştı sanki bir saniye de olsa oracıkta buluşmuştu. Yanlış görmediysem gözleri deniz yeşiliydi. Yüzü ay ışığı gibi parlak ve bembeyazdı. Yüzüne gölge düşse bile parıldardı sanki. O anlık görüntü iyice aklıma kazınmıştı. Bir anlık rüzgar içimi fırtınayla kaplamıştı sanki. Ardından bakakalmıştım, sonra her zaman yaptığım şeyi yapıp köpeklerime mamalarını verdim ve yoluma devam ettim.

Yine bir sabah altın saçlı güzel kız ritüeli olan sabah koşusuna başlamıştı ve yine ritüeli olan güzel gülümsemesiyle koşmaktaydı. Koşarken ne düşünüyordu acaba? İzlediği komik videoları aklına getirip düşündükçe gülüyor muydu? Yoksa birilerine sulu şakalar mı yapacaktı, bilmiyorum. Keşke güldüğü şeyler arasında ben de olabilseydim. Yanımdan hafif tempolu koşuyla yine zamanı yavaştan ve (kalp atışlarımı fotoğraf flaşları gibi şak şak patlatan bir edayla geçmişti.) Kendisi ne kadar yavaşsa ben sanki yanında emekliyordum. Her geçtiğinde gözlerimiz yine saliselik olsa da buluşup birbirini yakalardı. Ama o yavrularıma daha çok bakardı. Belki de onlara bakarken bana da bakma ihtiyacı duyuyordu. Göz çarpması.

Normalde yavruları dolaştırmaya kafama göre belirlediğim saatlerde çıkardım fakat bir süre sonra sırf onunla karşılaşabilmek için hep onun koştuğu saatlerde çıkmaya başlamıştım. Bu rutin bir süre böyle devam etti. Bir gün ansızın önümde durdu ve "Bunlar ne tatlı köpekler ya, senin mi?" diye sordu. O an kalbimin içinde büyük bir patlama yaşandı umarım sesi dışarı yansımamıştır. Sakince; "Hayır benim değil, sadece onlara ben bakıyorum" demekle yetinebildim. "İsimleri ne bu sevimli yavruların?" İsimleri... Coni Gitar, Malcom X ve, Terrari. "ha ha ha ne kadar da şekerler öyle" Bir de kakalarını sağa sola etmeseler daha sevimli olacaklar... "Kesin çok iyi anlaşıyorsunuzdur..." Sanırım öyle beni severler, mamalarını verdiğim zaman sevgileri ikiye katlanır :) Dur oğlum... Peki ya sen, diye sordum? "Ben ne?" diyerek yanıt verdi. Sen peki ne işle meşgulsün, ne yapıyorsun? "Ben öğretmenim" Sadece öğretmenim demekle yetinmişti başka bir şey de söylemedi. Ben de ne öğretmeni olduğunu sormadım. Belki resim öğretmeniydi veyahut fen bilgisi, belki bana formüller hakkında birkaç şey söyleyebilirdi. Ya da matematik hocasıydı. Trigonometri veya Differansiyel Denklemlerden bahsedebilirdi. Türkçe öğretmeni de olabilirdi. Dil Bilgisi dersim hep zayıftı belki bana daha düzgün cümleler kurmamda yardımcı olabilirdi. Neyse şimdi bunları boş vermeli, benim de zaten bu saatten sonra kafam onları almayacağı için böyle bir girdabın içine kendimi sokmak istemedim. "Her sabah buraya işe gitmeden önce koşmaya gelirim, beni dinç tutar ve mutlu eder. Güne zinde başlamak isterim. Hem spor herkes için önemli, şimdi ise gitmem lazım, görüşürüz...". dedi ve gitti.

Altın saçlı kızın altın saçlı olmasının dışında, öğretmen olduğunu öğrenmiştim. O artık benim için altın saçlı öğretmendi. İlk defa bu kadar çok yakınlaşmıştık, sanki ellerini avuçlarımın içinde hissetmiştim. Ara sıra gözlerimi kaçırmaya çalışsam da gözlerinin içine bakarak konuşmayı çalıştım. Bunu birazcık da olsa becerebildim, o an bu benim için  dünya rekoru kırmak gibi bir şeydi. 16 topu aynı anda elinde saatlerce çeviren dünya rekoru kıran bir rekortmenden farksızdı.

Yine herhangi bir günün değerli bir güne dönüştüğü günlerden birinde, bu sefer köpeklerden daha çok benimle ilgilenmişti. Hayata dair birkaç soru sordu, sevdiğim filmler, gezdiğim  yerler, yere çöp atan insanlar hakkında düşüncelerim, hayallerim ve dünyaya dair görüşlerim. Onun için bir şey ifade ediyor muydu bunlar bilmiyorum ben de sorduğu şeyleri biraz da tartarak hepsini içtenlikle yanıtladım. Coni Gitar onu görünce en az 3 kez havlardı.(Hav, hav, havv) Beni gördüğünde bile bu kadar sevinmiyordu kerata. Bir süre böyle birbirimizi gördüğümüzde selamlaşmaya ve ayak üstü sohbetlere devam ettik ve benim ona karşı olan sevgim gün be gün artmaya devam etti. Ona olan ilgimi anlamış mıydı bilmiyorum ama ben onu görünce uçurtmasını gökyüzünün en uç noktasına ulaştıran bir çocuk gibi şen oluyordum. O ise bugün ne koştum be diyerek kendi kendine övünüyordur kesin. Çünkü günden güne temposunu da bir tık daha arttırarak koşularına tüm hızıyla devam ediyordu. Ben de bizim yavrularla birlikte onunla beraber koşmayı o kadar isterdim ki...

Bazı günler vardı, bazı günler ise yoktu. Yokluğunu iyice arar olmuştum. Sabah ritüellerim eskisine nazaran daha keyifsizdi. Okullar tatil mi olmuştu acaba? Bu konu hakkında da hiçbir fikrim yoktu. Bu sıralar pek koşuya da çıkmıyordu işleri vardır diye düşünmüştüm. Her gün coni gitar, terrrari ve malcom'u görmeye gelecek değil ya. Hatta benim yüzümü bile unutmuş bile olabilir.  Düşünceler saçma bir yığıntıya dönüşmüştü.

Hava o gün güzel bir playlist listesi gibiydi. En güzel şarkılarını söylemişti sanki. - Önce gök simsiyahtı hareketli bir şeyler söylemiş ve ortalığı kasıp kavurmuştu, ardından yerini duygusal yağmurlara bırakmıştı. Gökyüzü ve toprak göz yaşına bulanmıştı. Yağmur sonrası hava, kırmızı bir gülün doğumu gibi açmıştı ve gökkuşağı ile bizleri selamladı. Ben de yağmur sonrası içime toprak kokusu çekebilmek ve yalnızlığımla bir başıma yürüyebilmek için kent ormanlarına gitmiştim. İlk defa yanımda köpeklerim olmadan yürüyüşe çıkmıştım. Ve ilk defa buraya akşamüstü geliyordum. Hava sandığımdan daha güzeldi, her gördüğüne gülümseyerek selam veren insanlar gibiydi. Biraz esinti vardı ama o da şarkıların son kısmıydı. Yerler henüz çiğdi ve yeşil yaprakların kokusu sanki içimde çağlıyordu.

İşte o an onu görmüştüm. "Altın saçlı öğretmen kızı" O da yürüyüşe çıkmıştı herhalde. Çünkü ona ilk defa koşmuyorken rastlamıştım. Yürüyüşü bile güzeldi, narindi o bile beni etkilemeye yetmişti. Acaba burada tek başına ne yapıyordu, sabahları neden koşmaya gelmiyordu bilmiyordum. Yoksa sabah koşuları yerini akşam yürüyüşlerine mi bırakmıştı. Bir an için göz geze geldik. "Merhaba dedi" ben de aynı şekilde karşılık verdim. "İlk defa seni yürüyorken gördüm diyerek gülümsedim, o da bana ben de seni ilk defa yanında köpeklerin olmadan bir başına görüyorum dedi" Keyifli bir andı. Ona o an aklımdan geçen her şeyi; duygularımı, hislerimi, içimde filizlenen solmayan çiçekleri ve heyecanımı açmak istedim. Ne zamandır koşmaya gelmiyorsun diyerek en kolay yerden girerek lafı açtım. "Evet gelemiyordum çünkü bazı şeyler için endişeliydim" Ne oldu diye sordum, hiçç sadece hiçç diyerek yanıt vermişti. Belli ki canı sıkkındı ve ben de o hiçlerin arasında kaybolmak istemedim.

Şeyy yani ben şimdi sana bir şey söylemek istiyorum. "-Evet dinliyorum...(şaşkın bir ifadeyle)"

-Şimdi gökyüzündeki bulutlar, üstüne bastığımız şu toprak, yürüdüğümüz sokaklar, yağmurun sesi, denizin maviliği, zirvede tek başına kalan bir kar tanesi, en sevdiğimiz şarkının nakarat bölümünü yüksek sesle söyleyişimiz, baharın gelişi, çiçeklerin kokusu, ve minicik çocukların o masum gülümsemesi ne kadar güzel şeyler değil mi? İşte onların tümünü şu an içimde, kalbimin tam da merkezinde yaşıyorum. Kalbimin içi şu an uçan balonlarla dolu ve yerlerinde duramıyor, bıraksam bir an uçuverecekler. Belki birini sen yakalarsın. Güneşin doğuşu ve batışı beni sana getirdi. Hissedebiliyor musun? İçimde 4 nala koşan atları, sanki gazi koşusu kazanmış gibiler...

Şaşırdı ve neler olduğunu kestirmeye çalıştı.

-Neyden bahsediyorsun? Anlamadım...

Seviyorum işte anlasana...

devam edecek...

"yıl sonuna"