31 Aralık 2017 Pazar
10 Ekim 2017 Salı
Küçük Bir Öykü..
Küçük kız yatağına uzandı, gözlerini kapadıktan tam 12 dakika sonra uykuya daldı. Ufak bedeninin yatağın içini ısıtması biraz sürerdi. Rüya görmesine epey zaman vardı. Geneli, hayallerinde gerçek olmasını dilediği rüyalardı. Şansına hep bu rüyaları görürdü. Uyanmasına 2 saat kala bu rüyaları rutin bir şekilde görmesi, yüzünü gülümsetmesine ve mutlu bir şekilde uyanmasına sebep olurdu. Odasında ki camlar soğuktan buğulanmıştı. Üstünü o gece hiç açmadı. Derin uykusu bir müddet daha devam etti. Sabah olmasına çok az bir süre kalmıştı. Rüyaları da beyninde kurguladığı hayalleri gibi yaşandı ve görevini tamamladı. Uyku serüveni bu gece de güzel geçmişti. Sabah yatağından kalktığında siyah saçları da onunla birlikte doğruldu. Bugün biraz daha nefes alabilirdi. Önünde mutlu olmak için sayısını bilmediği binlerce gün daha vardı.
Not: Zamanında böyle bir şey
yazmışım, bu öyküyü görene kadar varlığından haberim dahi yoktu. Okuyunca
hatırladım. Uzaklarda kalacağına burada durabilir. Umarım daha iyilerini
yazabilirim. Kurduğum her satırda dakikalarca düşünürdüm yine o titizlikte
yazmayı çok isterim. Kısa zamanda kavuşmak dileğiyle..
10 Ağustos 2017 Perşembe
An Unfortunate Woman
Karmaşık bir aşk hayatının lüksünü karşılayamazdım. Benim basit bir aşk hayatım vardı ve çoğu zaman da basit bir aşk hayatımın olması demek aslında hiç aşk hayatımın olmaması demekti.
Aslına bakarsanız yeni biriyle tanışmanın yaratacağı sıkıntılar içinde hevesli değildim. Ya da geçmişten tanıdığım birini bir öğle ya da akşam yemeğine davet etmek, onunla buluşmak ve hayatında olan bitenlerle beni köşeye sıkıştırmasına seyirci kalmak istemezdim. Ben kendi hayatımdan bahsedemeyecek kadar bezmiş olduğumdan, oturup kendininkini anlatması için onu yüreklendirecektim çünkü.
Aslına bakarsanız yeni biriyle tanışmanın yaratacağı sıkıntılar içinde hevesli değildim. Ya da geçmişten tanıdığım birini bir öğle ya da akşam yemeğine davet etmek, onunla buluşmak ve hayatında olan bitenlerle beni köşeye sıkıştırmasına seyirci kalmak istemezdim. Ben kendi hayatımdan bahsedemeyecek kadar bezmiş olduğumdan, oturup kendininkini anlatması için onu yüreklendirecektim çünkü.
Hayatım neredeyse birkaç yıldır her hangi bir itici güçten yoksun, çok basit şeyleri halletmem bile uzun zamanımı alıyor ve kalbim kimseye geçiş şansı tanımayan buz saçaklarına hapsolmuş ayaklı bir koloniyi andırıyor.
Daha önce de böyle hissettiğim zamanlar hatırlıyorum ve hiçbir şeyin asla değişmeyeceğini düşünmeye başladığımda, her zaman bir şeyler değişmiştir. Ama gene de, bir şeylerin gerçekten değişeceğine inanmakta zorlanıyorum.
Bir ilişkiyi daha, hem de en başından başlayabileceğime inanmak çok zor benim için: Bir yabancıya ‘'Merhaba’' demek, kalbimle vücudumun karşılıklı bir ritimle harekete geçmesi ve iki ayrı tarzın yeni bir hikaye için birleşmesi.
Bana ne olacak?
I actually did not want the complications of meeting somebody new or seeing somebody again that I had known in the past, calling her up for lunch or dinner, and then meeting with her and having her catch me up with what had been going on in her life, and I would sit there and encourage her because I was too bored with my life to talk about it.
My life has actually been without a dynamic for over a year, and I just keep taking too long to do very simple things, and my heart has been like a colony on the moon populated by unique icicles who have apparently no transition.
I know that I have felt this way before and things have always changed when I thought that they would never change, but I still find it hard to believe that things will actually change.
It seems very hard for me to believe that I will ever start another love affair again as if from the very beginning: "Hello" to a stranger and my heart and body move toward a mutual rhythm, an involvement of styles starting their own history.
What will happen to me?"
February 16, Finished.
Kıssadan hisse.
RB effect - a journey
RB effect - a journey
22 Ocak 2017 Pazar
Rüzgar sesi
Uzun bir yolculuktan dönmüş gibi, üzerinde hayat yorgunluğun
tonlarca yük ağırlığı vardı. Her şeyi geride bırakıp yeni kurduğu düzende,
yalnızlığı seçmişti. Yalnız olmaktan memnundu, son zamanlarını bir
başına geçirebileceği sorunsuz bir yaşam istiyordu.
Payidar amca 82 yılı tek solukta yaşadı. Yaklaşık otuz bin gündür iyisiyle kötüsüyle nefes alıp verebiliyordu. Dünyayı üzerinde taşısa gocunmayacak kadar yürekli olan bu son kuşak, delikanlı gibi çekilmişti köşesine. Yüzünde bir defter sayfası gibi oluşan çizgiler, meydan kalabalığı gibi günden güne artmaktaydı. Saçları kış ortasında, koca bir şehrin üstünü örten kar örtüsü gibi bembeyazdı. Saçlarıyla kartopu yapıp oynayabilirdi. Şu an için öyle bir şeye ihtiyaç duymuyordu. Bir sahil, köy kasabasına yerleşmesi yakın zaman önceydi. Sabahları erkenden uyanır, kırılacak odunlar varsa onları kırar, ardından yürüyüşe çıkardı. Arada balık avına çıkmayı da ihmal etmezdi. Akşamları ise mutfağında, Akdeniz esintilerinden marifetlerini sergilerdi. Bir aşçının kepçesini bükebilecek kadar güzel yemek yapardı. Tüm tabakları kıskandıracak şekilde yemekler hazırlamak, yaptığı en iyi işlerin başında gelirdi. Günün sonunda ise müzik dinler, sonra hemen uyurdu. Hayatının bir Formula aracı gibi hızlı akıp gittiğinin farkındaydı ve son zamanlarını çiftlik evinde bir başına geçirmek istemesi en son dileklerinden biriydi. Hayal kurmazdı ve şansa inanmazdı. Hayal kuramayacak kadar uzaklıkta yaşıyordu. Şu zamana kadar tanıdığı, gördüğü ve bildiği tüm insanlardan kendini uzak tutuyordu. Çünkü bundan sonra tanınmamak, bilinmemek ve hatırlanmamak istiyordu. Geçmişini ardında bırakıp hayatının son sayfasına güzel satırlar yazmak niyetindeydi. Kendisini seven tek kişi olarak kalan torunu, arada ziyarete gelir, her zaman yaptığı gibi dedesine kendi elleriyle yaptığı elmalı keki getirir ve kısa bir süreyi beraber geçirdikten sonra geri dönerdi.
Yine kek kokusu evin iç kısımlarına dans ederek, yeni figürleriyle beraber hızla yayıldı. Payidar amcanın bu hayatta yemekten keyif aldığı en güzel şeylerden biri de torunun kendi elleriyle yaptığı elmalı kekti. Her dilimini sonsuza dek yiyebilecekmiş gibi yerdi ve o sıra zamanı bir hayli yavaşlatırdı. Bir sonraki ziyarete kadar keki bitirmemek için büyük gayret gösterirdi. Ağzındaki lokmayı izlediği film bitene kadar çiğneyebilirdi. Torunu her zaman, gözleriyle hoş şeyler yapıyormuş gibi bakardı. Elmalı kek yapma konusunda da bir hayli iyiydi. Gidişi ise her zaman için zor olurdu. Dedesi ona silueti bir noktaya dönüşene dek camdan el sallardı. Gözden kaybolduğunda salladığı el bir trafik levhası gibi havada asılı kalırdı. Sonra bir çiçeğin soluşu gibi yavaşça elini yere doğru indirir ve boynunu bükerek içeri elma kek kokulu odasına geri dönerdi. Onun gidişi, geçmişte yaptığı bir hatayı anımsayarak aklına getirmesi gibi içini cız ettirirdi.
Bir sabah daha erkenden uyanmıştı. İlk iş olarak, meşe ağacından çıkan odunları kırmaya koyuldu. Odun kırmak bir nevi terapi gibiydi ve tan vaktinde onu dinç tutardı. Yürüyüşe ve biraz daha temiz havaya ihtiyacı vardı. Fazla zamanı kalmadığının farkındaydı. Son günlerini rutinliğine devam ettirerek geçirmek istiyordu. Çünkü buraya yerleşmeden önce, şu zamana kadar geçirdiği hiçbir gün bir önceki günü gibi geçmemişti. Her günü aynı dinginlikte yaşamak ona son günlerde verilebilecek en güzel ödül sayılırdı. Biraz daha adım attı. Kafasını gökyüzüne doğru hafifçe yukarıya kaldırdı. Hava, o gün hiçbir zaman tanışamayacağı bir kadın kadar güzeldi. Yeşilliğin ve toprak kokusunun içinden, kulağa fısıldanan bir rüzgar sesi gibi, sessizce geçti. Benzersiz doğa kokusunu, kalbine saplanan bir kızılderili oku kadar içine çekti. Sahile inmesine birkaç adımdan fazlası vardı.
Şimdi olmak istediği yerdeydi. Duraksadı ve denizin kimsesizliğine sonsuza dek baktı.
Payidar amca 82 yılı tek solukta yaşadı. Yaklaşık otuz bin gündür iyisiyle kötüsüyle nefes alıp verebiliyordu. Dünyayı üzerinde taşısa gocunmayacak kadar yürekli olan bu son kuşak, delikanlı gibi çekilmişti köşesine. Yüzünde bir defter sayfası gibi oluşan çizgiler, meydan kalabalığı gibi günden güne artmaktaydı. Saçları kış ortasında, koca bir şehrin üstünü örten kar örtüsü gibi bembeyazdı. Saçlarıyla kartopu yapıp oynayabilirdi. Şu an için öyle bir şeye ihtiyaç duymuyordu. Bir sahil, köy kasabasına yerleşmesi yakın zaman önceydi. Sabahları erkenden uyanır, kırılacak odunlar varsa onları kırar, ardından yürüyüşe çıkardı. Arada balık avına çıkmayı da ihmal etmezdi. Akşamları ise mutfağında, Akdeniz esintilerinden marifetlerini sergilerdi. Bir aşçının kepçesini bükebilecek kadar güzel yemek yapardı. Tüm tabakları kıskandıracak şekilde yemekler hazırlamak, yaptığı en iyi işlerin başında gelirdi. Günün sonunda ise müzik dinler, sonra hemen uyurdu. Hayatının bir Formula aracı gibi hızlı akıp gittiğinin farkındaydı ve son zamanlarını çiftlik evinde bir başına geçirmek istemesi en son dileklerinden biriydi. Hayal kurmazdı ve şansa inanmazdı. Hayal kuramayacak kadar uzaklıkta yaşıyordu. Şu zamana kadar tanıdığı, gördüğü ve bildiği tüm insanlardan kendini uzak tutuyordu. Çünkü bundan sonra tanınmamak, bilinmemek ve hatırlanmamak istiyordu. Geçmişini ardında bırakıp hayatının son sayfasına güzel satırlar yazmak niyetindeydi. Kendisini seven tek kişi olarak kalan torunu, arada ziyarete gelir, her zaman yaptığı gibi dedesine kendi elleriyle yaptığı elmalı keki getirir ve kısa bir süreyi beraber geçirdikten sonra geri dönerdi.
Yine kek kokusu evin iç kısımlarına dans ederek, yeni figürleriyle beraber hızla yayıldı. Payidar amcanın bu hayatta yemekten keyif aldığı en güzel şeylerden biri de torunun kendi elleriyle yaptığı elmalı kekti. Her dilimini sonsuza dek yiyebilecekmiş gibi yerdi ve o sıra zamanı bir hayli yavaşlatırdı. Bir sonraki ziyarete kadar keki bitirmemek için büyük gayret gösterirdi. Ağzındaki lokmayı izlediği film bitene kadar çiğneyebilirdi. Torunu her zaman, gözleriyle hoş şeyler yapıyormuş gibi bakardı. Elmalı kek yapma konusunda da bir hayli iyiydi. Gidişi ise her zaman için zor olurdu. Dedesi ona silueti bir noktaya dönüşene dek camdan el sallardı. Gözden kaybolduğunda salladığı el bir trafik levhası gibi havada asılı kalırdı. Sonra bir çiçeğin soluşu gibi yavaşça elini yere doğru indirir ve boynunu bükerek içeri elma kek kokulu odasına geri dönerdi. Onun gidişi, geçmişte yaptığı bir hatayı anımsayarak aklına getirmesi gibi içini cız ettirirdi.
Bir sabah daha erkenden uyanmıştı. İlk iş olarak, meşe ağacından çıkan odunları kırmaya koyuldu. Odun kırmak bir nevi terapi gibiydi ve tan vaktinde onu dinç tutardı. Yürüyüşe ve biraz daha temiz havaya ihtiyacı vardı. Fazla zamanı kalmadığının farkındaydı. Son günlerini rutinliğine devam ettirerek geçirmek istiyordu. Çünkü buraya yerleşmeden önce, şu zamana kadar geçirdiği hiçbir gün bir önceki günü gibi geçmemişti. Her günü aynı dinginlikte yaşamak ona son günlerde verilebilecek en güzel ödül sayılırdı. Biraz daha adım attı. Kafasını gökyüzüne doğru hafifçe yukarıya kaldırdı. Hava, o gün hiçbir zaman tanışamayacağı bir kadın kadar güzeldi. Yeşilliğin ve toprak kokusunun içinden, kulağa fısıldanan bir rüzgar sesi gibi, sessizce geçti. Benzersiz doğa kokusunu, kalbine saplanan bir kızılderili oku kadar içine çekti. Sahile inmesine birkaç adımdan fazlası vardı.
Şimdi olmak istediği yerdeydi. Duraksadı ve denizin kimsesizliğine sonsuza dek baktı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)