Ölü Balıklar Hakkında Her Şey
– Bir Yolculuk Hikayesi –
– Bir Yolculuk Hikayesi –
Sayfa 1
Mavi, yeşil ve gri. Hayatımın tüm gerçekliği ve biraz daha fazla gri. Geneli griye doğru sürüklenen bir
yaşam. Daha fazla karartı ve bulanıklık, eskidikçe kaybolmaya yüz tutmuş tahtadan derme çatma göçebe bir ev ve
ardında kalan koyu bir hayatın öyküsü. ''Biraz daha nefes.''
Her sabah uyandığımda ki uyumadığım zamanlar da çoktur o
kısma daha sonra değineceğim. Güne bana ait
çift çoraplarımı yıkamakla başlarım ve kurumalarını bekleyene kadar da evden
çıkmam. İlk önce onlara günaydın derim ve ardından bir güzel temizlerim. Güneşin dağın
eteklerinde batışı gibi her sabah ıslaklıklarını bıraktıkları yerde ki
damlalarını seyrederek nasıl kuru hale geldiklerini görünceye kadar izlerim.
Onları hiçbir zaman ayağıma giymedim. Çünkü onların ayaklarımın altında
çürümelerine ve ezilmelerine müsaade edemem. Onlar benim sabahları gördüğüm
ilk canlılar. Her ne kadar benimle konuşmasalar da bazı sabahlar güldükleri
bile olmuştur. Fakat şöyle tuhaf bir yanları var beni hep dinler ve desteklerler.
Bazen de ufak bir tebessüm. Siyah renkteler ve boyutları gördüğüm kadarıyla
bileklerime hakim olabilecek kadar uzun. Benimle her zaman konuşmalarını istedim fakat onlardan şu ana kadar her hangi bir tepki dahi gelmedi. Sabahları onları yıkamaktan ötürü her zaman memnuniyet duydum. Keşke bende her sabah onlar gibi temiz kalabilsem.Geçmişim kadar kirliyim ve her zaman da öyle kalacağım. Size saçlarımın sarı olduğundan bahsetmiş
miydim. Sanırım bahsetmedim. Çünkü saçımın rengi sarı değil ve hiçbir zaman da
olmadı. Gördüğüm kadarıyla da öyle olmayı asla düşünmeyecek.
Henüz dokuz yaşında bir çocukken, ağaçların ve meyve dallarının arasında bir yolculuğa çıkmıştım. Ağaç diplerinde ve yeşillerin sarmaladığı toprak döngüsünde yere düşen bir sürü elma gördüm. Yerde o kadar çok elma
vardı ki bir tek kapısında Elma Bahçeler diyarına hoş geldiniz yazısı yazmıyordu. Yerden elmaları bir bir
toplarken yanıma sanırım sonsuz yaşına basmış yaşlı bir adam geldi. Adam o kadar yaşlıydı ki kırış
kırış olmaktan teninde düz yer dahi kalmamıştı. Bu kadar buruşacak ne yapmıştı
bilmiyorum. Bana kaç tane elma var biliyor musun? Diye sordu. Bende bilmiyorum
dedim. Peki yerden kaç tane elma topladın. Saydın mı bakalım? diye sordu Bende hayır
saymadım diye yanıt verdim. Sonra teninde düz yer dahi kalmayan, yaşı sonsuz olan buruşuk yaşlı adam bana dönüp, yaptığın
her şeye dikkat etmelisin ve muhakkak her şeyin muhakemesini doğru yapmalısın
diye öğütle karışık ilginç bir cevap vermişti. Hayatla ilgiliydi sanırım. Henüz dokuz yaşında bir çocukken söylediği bu sözden hiçbir şey
anlamamıştım. Dokuz yaşında, sadece
yerden elma toplayan bir çocuk için bu sözler gerçekten de bana sonsuzluk kadar
uzaktı. Bir daha o yaşlı adamı hiç görmedim. Sonsuza kadar da göreceğimi
zannetmiyorum. Şimdi ise kaç yaşımda olduğumun ise hiç bir önemi yok. Çünkü tarih ve
zaman kavramı benim için toprağın altında yatan mermer taşı dahi olmayan, kim olduğu bilinmeyen ve hiç bir zaman da bilinmeyecek olan bir cesedin, ne zaman öldüğü tarihinin bilinmemesi kadar uzaklıktaydı.
Basit aşk hikayelerimi anlatmak istiyorum. Çünkü hepimizin
hayatlarının köşesinde bir iz olarak bıraktığı basit aşk hikayeleri olmuştur. Sonu muhakkak üzüntü, çöküntü ve hüsranla bitmiştir. Bu konuda hepimiz hem fikiriz. Sonlar genellikle böyle olur. Belki daha da fazlası ya da daha az. Olabilir. İlk başlarda onunla her şey çok güzel ve hiç olmadığı kadar yerli yerindeydi. Üstelik bu güzellik esintisi sonsuza kadar sürecekmiş gibi duruyordu. Mükemmeliğin tanımına bir yıldızın mütevazi parlaklığı kadar yakışan, kalplerin çarpıntı yapan ritim bozukluğu gibi , tam da gediğine oturan, heyecanın en kötü günlere rağmen hiç bir zaman yitirilyemeceği, olağanüstü bir aşktı. Dünyalara sığmayacak kadar büyük evreni kendi ekseni etrafına alacak kadar geniş bir yüz ölçümüne sahipti. Her gece
yıldızların altına inerek turuncuya boyadığımız gökyüzünü seyrederken uçan
fillerden, esrarengiz bir biçimde mavi bal yapan arılardan ve ölmesini hiç
istemediğimiz kelebeklerden bahsederdik. Bu geceye inen aşk ritüeli aylar boyu devam etti.
Gökyüzü her zaman turuncu ve yıldızlar her zaman bizimleydi. Saatlerce oturur konuşurduk. Çenelerimiz ömür boyu açık kalacak gibi programlanmıştı sanki. Sonra hikayeler sıradanlaştı, git gide normalleşti ve sonra onlar da gitti. Ve ardından O gitti. Gece siyaha
boyanmak için musluklarından litrelerce karartıyı çoktan gökyüzüne bırakmıştı
bile. Öyle de kaldı. İlişkiler her zaman böyledir. İyi yanları olduğu kadar kötü
yanları da vardır. Kötü yanlarından beslenmeyi hiçbir zaman dilemedim. Ellerini
tutup bıraktığım tüm aşklarımdan gökyüzüne giden kilometrelerce uzunlukta bir
yol şeridi olabilirdi. O yol her zaman tehlikeli değildir ve kötü kazalara yol
açmaz. Şimdi ise aşk bana dağların
eteklerinin ardında kalan ve bir misket kadar ufak görünen terk edilmiş şehrin, her hangi bir yol kenarında bekleyen yalnız bir sokak lambasının aydınlatmayan sarı ampulünün sönmeye yüz tutmuş ışığı kadar, uzak mesafedeydi.
Bugün tam dört kere, ayrı zaman dilimlerinde annemi arama
istediği kafamda belirdi. Her hangi bir telefonum ve telefon edecek bir yerim
olmamasına rağmen. Zaten telefon edecek bir annem dahi yoktu. Bu istek annemin
geri dönmeyecek olması kadar saçma ve iç yakan bir dilek olmuştu benim
için. Bazen hayatta hiç gerçekleşmeyecek olan
isteklerimiz bile olabiliyor.Ne yazık ki. Yolda yürürken vicdanını cebine yüklemiş
insanların ne kadar da rahat dolaşabildiklerini görebiliyordum. Çünkü cepleri
görünmeyecek kadar derin ve büyük bir genişliğe sahipti. Onları gidip tek tek
tebrik etmek isterdim. Fakat vazgeçtim çünkü sayıları hiç bitmeyecek kadar, bir
hayli çoktu. Tebrik kısmı asırlarca sürebilirdi. Mantıklı bir seçim yapmıştım.
Bende hayallerini bir arabanın içine doldurup yolları hiç bitmeyecek olan
araçların içerisine dolduran insanların arasına dahil oldum. Artık hayallerime
ihtiyacım yoktu. Onları hiç bitmeyecek olan yolların sonsuzluğuna
bırakabilirdim. Belki hayal kırıklıklarım gibi kazaya uğrayabilirlerdi.
Hayallerime son bir kez daha el salladım ve onları hiç bitmeyecek yolların
sonsuza kadar sürecek olan mesafelerine bıraktım. Belki ben kurtulamamıştım fakat onlar benim
yerime kurtulabilir ve kendileri başka hayallerin içerisinde bulabilirlerdi.
Her gece yatmadan önce düşünürdüm. Düşünmediğim hiçbir gece ve hiç bir an yoktu. Düşünceler artık bana en yakın mesafedeydi. ‘’Merhaba düşünce, yine mi sen?
Evet yine ben. Anlaşılan bu gece beraberiz öyle değil mi? Öyle gözüküyor.’’ Bir
tılsım gibilerdi adeta. Her gece uyumadan önce ağlamak isterdim ve tam ağlayacağım sırada şu an dünyada benim yerime ağlayan milyonlarca insanın olduğunu düşündüğüm ve onların bir nebze de olsa benim yerime ağladıklarını bildiğim için en azından öyle olduğunu tahmin ediyorum kendi ağlamalarımı bir süreliğine ertelerdim. Bu beni her ne kadar
rahatlatsa da bir o kadar da üzerdi. Ağlamaları ertelediğim için çok
şanslıydım. Yalnız onlar benim kadar şanslı değil. Güzel olan uykuların
rahatlığını çoktan unutmuştum. Uyanık kalmakla uyumak arasında hiçbir fark
yoktu. Mavi ile yeşil hayatımdan hızlıca eksiliyordu üstelik yerlerini daha fazla griye bırakarak.
Basit bir hayatım oldu tıpkı basit hikayelerim gibi..
Burada size hiç ölü balıklardan bahsetmedim. Bahsettiğimi de hatırlamıyorum. Çünkü onlar gerçek hayatta bu ise yalnızca bir hikaye.
Basit bir hayatım oldu tıpkı basit hikayelerim gibi..
Burada size hiç ölü balıklardan bahsetmedim. Bahsettiğimi de hatırlamıyorum. Çünkü onlar gerçek hayatta bu ise yalnızca bir hikaye.
Geceden sonsuzluğa inen, derin bir yol. ‘’Son ’’
Yağmurun yağdığının farkında bile değilim zaten hiç yağmayacak.
Yağmurun yağdığının farkında bile değilim zaten hiç yağmayacak.